Rusya-Ukrayna Arasında Barış Neden Sağlanamıyor?

* Rusya’nın Aşırı Talepleri…
* Ukrayna’nın Kırmızı Çizgiler…
* Avrupa’nın Stratejik Fırsatçılığı…
* İşte detayları!…
UHA/ İnternational News Agency
Gürkan Demir, Türkiye Araştırmaları Vakfı
İSTANBUL, 05 AĞUSTOS 2025
Türkiye Araştırmaları Vakfı’ndan araştırmacı ve Milat Gazetesi köşe yazarı Gürkan Demir, kaleme aldığı “Rusya-Ukrayna Arasında Barış Neden Sağlanamıyor?” başlıklı yazısında, 2022 Şubat’ında başlayan ve üçüncü yılını aşan Rusya-Ukrayna Savaşı, artık klasik bir çatışma olmanın ötesinde, küresel düzlemde stratejik bir fay hattına dönüşmüş durumda olduğuna dikkat çekiyor.
yazarı Gürkan Demir, kaleme aldığı “Rusya-Ukrayna Arasında Barış Neden Sağlanamıyor?” başlıklı yazısının detayı şöyle:
On binlerce insanın hayatını kaybettiği, milyonların yerinden edildiği bu savaşta, taraflar defalarca masaya otursa da nihai bir barış anlaşması hâlâ sağlanabilmiş değil. Oysa çatışmaların ilk aylarından itibaren hem Batı hem de Doğu başkentlerinde “arabuluculuk” sesleri yükselmiş, Türkiye gibi bölgesel aktörler diplomatik girişimlerde bulunmuştu. Ancak aradan geçen zamana ve yaşanan yıkıma rağmen barış, sadece diplomatik metinlerde kalmaya devam ediyor. Neden onlarca müzakereye, arabuluculuk çabalarına ve giderek ağırlaşan insani krize rağmen bu savaş bir türlü sonlandırılamıyor? Bunun yanıtı çatışmanın uzamasından çıkar sağlayan küresel ve bölgesel aktörlerin pozisyonlarında da aranmalıdır. Rusya’nın aşırı talepleri, Ukrayna’nın kırmızı çizgileri, Avrupa’nın stratejik ikircikliği savaşı bir “yıpratma düzenine” hapsetmiş durumdadır. Bu yazıda, Rusya-Ukrayna Savaşı boyunca sürdürülebilir bir barışın neden tesis edilemediğini ele alacağım.
Rusya’nın Aşırı Talepleri
Rusya için Ukrayna, tarihsel bellekte “Batı’dan gelebilecek her tehdidin geçtiği koridor”dur. Coğrafi olarak bir düzlük olan Ukrayna toprakları, Moskova’nın askeri savunma refleksleri açısından stratejik bir “tampon bölge” niteliğindedir. Bu nedenle Ukrayna’nın Batı ittifaklarına (özellikle NATO’ya) katılması, Rusya açısından doğrudan bir beka sorunu olarak kodlanmaktadır. Bu bağlamda, 2022’de savaşın patlak vermesi şaşırtıcı değildi. Ukrayna’nın hem NATO hem de Avrupa Birliği ile entegrasyon sürecini hızlandırması, Kremlin’in yıllardır dillendirdiği “kırmızı çizgiler”in bir bir aşılması anlamına geliyordu. Moskova için bu, Sovyet sonrası kuşakta, Rusya’nın etki alanının Batı tarafından geri dönülmez biçimde tahrip edilmesi anlamına geliyordu. İşte bu nedenle Rusya, klasik jeopolitik reflekslerini yeniden devreye sokarak müdahale etti. O günden bu yana da çatışma, Batı ile Rusya arasında fiilen bir “yıpratma savaşına” dönüştü.
Bugün itibarıyla Moskova, Ukrayna’nın dört kritik bölgesini (Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya) “kendi toprağı” olarak ilan etmiş durumda. Ancak mesele sadece bu bölgelerin ilhakıyla sınırlı değil. Kremlin, Ukrayna’nın Karadeniz’e açılan kapılarını da kapatma peşinde. Bu stratejinin merkezinde ise Odessa yer almaktadır. Zira Odessa, yalnızca Ukrayna’nın en önemli liman kenti değil, aynı zamanda Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki son Ukrayna varlığı anlamına gelmektedir. Eğer Rusya, Odessa’yı da kontrol altına alırsa Ukrayna’nın denizle tüm bağlantısı kopacak ve ülke kara devleti hâline dönüşecektir. Bu durum, Karadeniz’in güvenliği ve enerji taşımacılığı açısından da derin sonuçlar doğuracaktır.
Harita 1:Odessa ve Tiraspol’u Gösteren Bölge Haritası
Kaynak: BBC, (2022)
Putin’in “Odessa bir Rus şehridir” ifadesi, salt tarihî bir göndermeden ibaret değil. Bu cümle, Kremlin’in sınırların ötesine taşan zihinsel haritasını ve neo-emperyal tahayyülünü açıkça ortaya koymaktadır. Eğer Odessa da düşerse Rusya’nın etki alanı Transdinyester üzerinden Moldova’ya kadar uzanacak. Bu da Avrupa’nın doğu sınırlarının yeniden çizilmesi, Balkanlar üzerindeki baskının artması ve NATO’nun doğu kanadının yeni bir tehdit eşiğiyle karşı karşıya kalması anlamına gelmektedir.
Ukrayna’nın Kırmızı Çizgileri
Ukrayna, savaşın başından beri bulduğu bütün imkanlarla Rusya gibi devasa bir askeri güce karşı direnmektedir. NATO ve Avrupa Birliği’nin üyelik vaatleriyle teşvik edilen Kiev yönetimi, Moskova’nın tahammül sınırlarını aşacak adımlara yönlendirildi. Bugün ise geldiğimiz noktada, Ukrayna’nın savaşma kapasitesi, Batılı devletlerin sağladığı ekonomik ve askeri destek olmadan sürdürülebilir değil. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı fiilen ilhak etmesi, Ukrayna’nın zihninde açık bir travma ve aynı zamanda stratejik bir ders olarak yer etti. Bu deneyim, Kiev’in artık hiçbir toprak parçasını daha kaybetmeyeceği yönünde ideolojik bir direnç üretmesine neden oldu.
Harita 2:Rusya’nın Ukrayna Topraklarındaki Fiili İşgali
Kaynak: NTV, (2023)
Tam da bu nedenle Kiev, barışa kapalı değil ancak bedeli toprak olan bir barışı reddetmektedir. Bu tavır, rasyonel düzlemde anlaşılabilir olsa da pratikte çözüm üretmemektedir. Ukrayna’nın barış talepleri ile sahadaki gerçekler arasında keskin bir uçurum var. Zira toprak tavizi verilmeden bir barış mümkün görünmemektedir. Ancak toprak tavizi verildiğinde de Kiev rejiminin iç meşruiyeti ağır bir yara alacaktır. İşte bu ikilem, Ukrayna’nın savaşı sürdürme konusundaki ısrarının da barış müzakerelerindeki duraksamalarının da temelini oluşturmaktadır. Ukrayna, kazanamayacağı ama kaybetmemesi gereken bir savaşın ortasında sıkışmış durumda. Bu da savaşın diplomasiyle değil, yıpratma ile sürdürülmesine yol açmaktadır.
Avrupa’nın Stratejik Fırsatçılığı
Avrupa, savaşın başlangıcında açık bir biçimde Ukrayna’nın yanında konumlanmış, sığınmacı krizine karşı kamplar açmış, milyarlarca avroluk mali destek paketlerini devreye sokmuş ve Rusya’ya yönelik sert yaptırımları devreye sokmuştur. Ancak savaşın üçüncü yılına girildiği bu dönemde, Avrupa’nın çatışmanın sona ermesine yönelik iradesinin sınırlı kaldığı ve savaşın belirli sınırlar içerisinde “kontrollü” bir şekilde sürdürülmesinin, birçok Avrupa başkenti tarafından stratejik bir fırsat penceresi olarak değerlendirildiği gözlemlenmektedir.
Bu yaklaşımın temelinde üç ana dinamik öne çıkmaktadır. Birincisi, Avrupa’nın iç güvenlik mimarisini ve transatlantik ittifak içerisindeki konumunu yeniden tanımlama arayışıdır. Özellikle Almanya gibi ülkeler, Soğuk Savaş sonrasında ciddi ölçüde zayıflayan savunma yatırımlarını, Ukrayna krizi üzerinden meşrulaştırarak yeniden canlandırma fırsatı elde etmişlerdir. Almanya’nın 100 milyar avroluk bir yeniden silahlanma programı açıklaması ve İsveç ile Finlandiya’nın geleneksel tarafsızlık pozisyonlarını terk ederek NATO’ya katılım süreçlerini başlatmaları, bu dönüşümün somut göstergeleri arasında yer almaktadır.
Grafik 1:AB Üye Devletlerinin 2024 Yılı Savunma Harcamaları, (GSYİH’nın %’si olarak)
Kaynak: Parlamentary Research Services, (2025)
İkinci olarak enerji arz güvenliği konusu öne çıkmaktadır. Almanya’nın Rus doğalgazına olan yapısal bağımlılığı, Berlin’in dış politikadaki manevra alanını uzun yıllar boyunca kısıtlamıştır. Ancak savaşın başlamasıyla birlikte Rusya ile enerji ortaklığı fiilen sona erdirilmiş, yerine ABD başta olmak üzere alternatif enerji tedarikçileriyle iş birliği geliştirilmiştir. Bu bağlamda, Avrupa enerji sisteminin doğudan batıya kayması jeopolitik yönelim açısından da önemli bir kırılma anı yaratmıştır. Özellikle sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) ithalatının artması, enerji güvenliği söyleminin Atlantik ötesi bağımlılığı artıracak biçimde evrilmesine neden olmuştur.
Harita 3:Rusya’nın Savaş Öncesinde Avrupa’ya İhraç Ederken Kullandığı Enerji Hatları
Kaynak: BBC, (2022)
Üçüncü önemli dinamik, Avrupa’nın jeopolitik oyun kuruculuk kapasitesini yeniden canlandırmasıdır. Avrupa kıtası, Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez kendi sınırları yakınında yüksek yoğunluklu bir konvansiyonel savaşa tanıklık etmektedir. Ancak çatışmaların Ukrayna toprakları ile sınırlı kalması, Batı Avrupa açısından stratejik bir konfor alanı oluşturmaktadır. Bu süreçte Avrupa’nın savunma sanayii ciddi bir ivme kazanmış, askeri şirketlerin ekonomik performansları yükselmiş ve AB içerisindeki güvenlik ve dış politika koordinasyonu güç kazanmıştır.
Sonuç
Savaşan tarafların bu tutumları, kalıcı bir barış anlaşmasının sağlanmasını engellemektedir. Rusya “Rus askerinin kanının aktığı her yer anavatana dahildir” diye düşünmektedir. Ayrıca Rusya, savaşın başından beri maruz kaldığı yaptırımlar ve yalnızlaşması gibi çok ciddi maliyetleri omuzlamaktadır. Bu maliyetleri ödeyen ve ödemeye de devam eden Moskova, ilhak ettiği toprakları ve daha da ötesini alarak savaştan maksimum jeopolitik çıkar elde etmeye çalışmaktadır. Ukrayna ise “vatanın tek bir parçası bile Rusya’ya verilemez” diyerek savaşı kendi aleyhine olacak şekilde asimetrik olarak devam ettirmektedir. Avrupa’nın Rusya’yı yıprattığı, bunu yaparken de Ukrayna askerlerinin hayatını kaybettiği savaş bir süre daha devam edecek gibi görünmektedir.