Her eylül ayında New York’ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu; 80. Yılda Çatının Altında Derinleşen Çatlaklar

* Her eylül ayında New York’ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, yalnızca bir diplomasi ritüeli değil, aynı zamanda mevcut dünya düzeninin kırılganlığını açığa vuran bir ayna.
* İşte ayrıntılar!…
UHA/ İnternational News Agency
Eski diplomat, başbakan danışmanı
ANKARA, 14 EYLÜL 2025
Her eylül ayında New York’ta toplanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, yalnızca bir diplomasi ritüeli değil, aynı zamanda mevcut dünya düzeninin kırılganlığını açığa vuran bir ayna. Bu yılki 80. oturum, özellikle de 23–25 Eylül arasında yapılacak liderler zirvesi, “Better together: 80 years and more for peace, development and human rights”( Birlikten Doğan Kuvvet: Barış, Kalkınma ve İnsan Hakları Yolunda 80 Yıl ve Ötesi) temasıyla kutlanacak.
Ancak uzun ve iddialı başlık taşıyan bu görkemli yıldönümü, örgütün zaaflarını ve dünyanın içinde bulunduğu çıkmazları daha çıplak biçimde gözler önüne seriyor.
BM, İdealler ve Gerçekler
Benim gözlemim şu: BM hâlâ ideallerin çatısı, ama o çatının altında su alan çok sayıda çatlak ve boşluk var. Filistin’den Ukrayna’ya, Sudan’dan Kıbrıs’a kadar krizlerde alınan kararlar ile sahadaki gerçekler arasındaki uçurum, bu yıl her zamankinden daha görünür hale geliyor.
12 Eylül’de Genel Kurul’un oy çokluğuyla kabul ettiği “New York Bildirisi” tarihi bir dönemeç gibi sunuldu. 142 ülke, iki devletli çözüm için somut ve takvime bağlı adımlara destek verdi. Hamas’ın 7 Ekim saldırıları kınandı, İsrail’in Gazze’de sivilleri hedef alan operasyonları “insani felaket” olarak kayda geçti, hatta Gazze’de geçici bir BM istikrar gücü konuşlandırılması önerildi.
Körfez’den Avrupa’ya geniş destek vardı. Ancak beklendiği gibi ABD ve İsrail kararı reddetti; Washington bunu “yanlış zamanlı bir şov” diye küçümsedi, İsrail ise “teröre hizmet eder” dedi. Fransa ise kararın Hamas’ı uluslararası tecride sürüklediğini savundu. Bu tablo hepimize şunu hatırlatıyor: BM Genel Kurulu’nda ezici çoğunlukla alınan kararlar, Güvenlik Konseyi’nde tek bir veto ile boşa çıkıyor. Türkiye’nin yıllardır dillendirdiği “Dünya beşten büyüktür” çıkışı daha fazla haklılık kazanıyor. Ukrayna’da Rusya vetosu, Filistin’de ABD vetosu, Suriye’de farklı blokajlar…
Sonuçta BM’nin küresel barışı tesis etme iddiası, büyük güçlerin çıkar satrancına feda ediliyor.
Yetersiz Bütçe ve Hantal Bürokrasi
Sorun yalnızca siyasal değil, bana sorarsanız kurumsal bir erozyon da var. Üye devletler katkılarını ya geciktiriyor ya da kısıyor; bütçe daraldıkça BM’nin operasyonel kapasitesi azalıyor.
Bir zamanlar en nitelikli diplomatik kadroları kendine çekebilen örgüt, bugün personel kalitesinde ciddi düşüş yaşıyor. Hantal bürokrasi, hızlı refleks gerektiren krizlerde BM’yi sürekli geriden gelen, kağıt üzerinde kalan kararların üreticisi haline getiriyor. Sudan’da iç savaş, Myanmar’da darbe, Yemen’de insani felaket, Gazze’de yıkım… BM ya sessiz ya da etkisiz.
Üstelik ev sahibi ABD’nin konumunu kötüye kullanması da örgütün itibarını ve bağımsızlığını zedeliyor. En son Filistin ile ilgili görüşmelere katılmak için hazırlanan Mahmud Abbas ve heyetine New York’a giriş için vize verilmedi. Daha önce İran, Venezuela ve bazı Afrika ülkelerinin delegasyonları da benzer engellerle karşılaşmıştı.
Evrensellik iddiasındaki bir örgütün, ev sahibi ülkenin siyasi tercihleriyle sınırlanması, meşruiyet krizini daha da derinleştiriyor.
Kıbrıs Sorunu ve Annan Planı
Kıbrıs sorunu da BM’nin gölgesinde çözümsüzlüğün sembolü olmaya devam ediyor. 1964’ten bu yana adada bulunan BM Barış Gücü, tampon bölgedeki çatışmaları sınırlamak dışında siyasi ilerleme sağlayamadı. Yeni geçiş noktalarının açılması ya da çevre projeleri gibi küçük adımlar atılsa da mülkiyet meselesi, anayasal düzen, garantörlük ve askeri varlık gibi temel sorunlarda ilerleme yok.
Annan Planı Kıbrıslı Türklerce kabul edilmesine rağmen Rumlar reddedince rafa kalktı. BM, her altı ayda bir yetki uzatıyor ama siyasi çözüm için yeni bir momentum yaratamıyor.
Birleşmiş Milletler’in Geleceği
Benim kanaatim şu: BM hâlâ ideallerin çatısı olabilir, ama o idealleri hayata geçirme kapasitesi yeniden inşa edilmezse, önümüzdeki yıllarda daha fazla sembolik bir tiyatroya dönüşecek.
Eğer BM etkisiz kalmaya devam ederse, doğa boşluk tanımaz; evrensellik iddiası taşımayan etkin bölgesel örgütler onun rollerini üstlenmeye yönelecektir. NATO, Avrupa Birliği, Afrika Birliği, APEC, BRICS+, Şanghay İşbirliği Örgütü, ASEAN, Arap Ligi veya Türk Devletleri Örgütü gibi yapılar daha fazla alan kaplayabilir; bu da küresel siyasetin parçalı, çok merkezli ve kaotik bir yapıya kaymasına neden olur.
80.Genel Kurul’un kapanışında 27 Eylül akşamı herkes kendi sorusuna yanıt arayacak: Hantal bir gölgenin altında mı oyalanacağız, yoksa adil ve işlevsel bir düzen için cesaretle harekete mi geçeceğiz?
Türkiye’nin Etkisi ve Konumu
Türkiye açısından tablo hem risk hem fırsatlarla dolu. Ankara, Filistin’de öncü rol üstlenmek istiyor, Arap dünyasıyla dayanışmayı pekiştirmek arzusunda, ama Batı ile ilişkilerini de bütünüyle germek istemiyor. Bu nedenle iki devletli çözüm vurgusu diplomasinin merkezinde. Ancak şunu açıkça söylemek gerekir: Söylem yetmez. Türkiye sahada insani yardımı artırmalı, diplomaside arabuluculuk girişimlerini somutlaştırmalı, içeride ise insan hakları ve özgürlükler konusunda daha tutarlı bir çizgi sergilemeli. Aksi halde güçlü dış politika söylemleri, içerideki çelişkiler nedeniyle gölgelenir.
Türkiye gibi orta ölçekli güçlerin ise bu tabloda edilgen kalmaması gerekiyor. Benim çağrım açık: Artık sadece şikâyet etmekten vazgeçip reform için somut öneriler geliştirme zamanı geldi. Türkiye’nin öncülük edebileceği ama tek başına gerçekleştiremeyeceği bazı adımlar da var.
Güvenlik Konseyi’nde veto hakkının sınırlandırılması veya en azından kitlesel insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda askıya alınması gündeme taşınmalı. Daimi üyeler dışında temsil kabiliyeti yüksek bölgesel güçlere — Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi — Konsey’de kalıcı koltuk verilmesi desteklenmeli. BM bütçesinin daha şeffaf, öngörülebilir ve adil bir katkı sistemiyle güçlendirilmesi, hem operasyonel kapasiteyi artırır hem de meşruiyeti pekiştirir. Personel politikalarında liyakat esas alınmalı; “diplomatik park alanı” mantığıyla gönderilen zayıf kadrolar yerine uluslararası saygınlığı olan uzmanlar tercih edilmeli.
Türkiye de dahil olmak üzere orta ölçekli güçler artık edilgenliğe mahkûm değil. Ya reform için masaya somut projeler koyacağız ya da doğa boşluk tanımaz misali, alternatif yapılar sahneyi devralacak. Seçim bizim.
***
Yazar hakkında