Şimdi bu hukuki labirenti birlikte açalım.
Teamül haline gelmiş uluslararası insancıl hukuk kuralları —özellikle Cenevre Sözleşmeleri ve bunlara ek protokoller— çatışmanın taraflarının, aktif düşmanlıklar sona erdikten sonra dahi sivilleri koruma yükümlülüğü altında olduğunu açıkça belirtir. Kara mayınlarının, özellikle insan hedefli olanların kullanımı her durumda doğrudan yasa dışı değildir. Ancak bu kullanıma bazı yükümlülükler eşlik eder: Sivil halka verilen zararın en aza indirilmesi, mayınların yerlerinin işaretlenmesi, kaydedilmesi ve nihayetinde temizlenmesi gereklidir.
Uluslararası Kızılhaç Komitesi’nin teamül hukuku veri tabanında yer alan 83. Kurala göre:
- “Aktif düşmanlıkların sona ermesinden sonra, çatışmanın tarafları kontrol ettikleri bölgelerde kara mayınlarını temizlemek veya etkisiz hale getirmek zorundadır.”
Ermenistan bugün bu bölgeleri fiilen kontrol etmiyor olabilir; ancak bu mayınlar Ermenistan’ın denetimi altında olduğu dönemde döşenmiştir. Dolayısıyla Ermenistan yalnızca bölgeden çekilmiş olması nedeniyle bu sorumluluktan kurtulamaz.
Şimdi şöyle sorabilirsiniz: Eğer Ermenistan artık bu toprakları kontrol etmiyorsa, mayın temizlemekten yine de sorumlu tutulabilir mi?
İşte uluslararası hukuk tam da burada karmaşık bir hâl alır.
Ermenistan’ın sahaya mayın temizleme ekipleri göndermesi şu anda pratikte mümkün olmasa da daha önce döşediği mayınların yerlerini gösteren doğru haritaları teslim etmek suretiyle yükümlülüğünü yerine getirebilir. Bu, bir iyilik ya da lütuf değil; sivillerin korunmasını emreden uluslararası insancıl hukuk kurallarının doğrudan bir gereğidir.
Bu bilgiyi vermemek, sivil hayatları kasıtlı olarak tehlikeye atmak şeklinde yorumlanabilir ve işgal altındaki topraklarda sivilleri koruma yükümlülüğünü düzenleyen Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin ihlali anlamına gelebilir. Ayrıca 1997 yılında imzalanan Kara Mayınlarının Yasaklanması Sözleşmesi —yaygın adıyla Ottawa Sözleşmesi— kara mayınlarının kullanımı konusunda uluslararası hukuki beklentileri ve teamülleri şekillendirmiştir. Ermenistan bu sözleşmeyi imzalamamış olsa bile sözleşmenin temel ilkeleri uluslararası teamül hukukunun bir parçası haline gelmiştir ve beklentileri belirlemektedir.
Sonuç olarak Ermenistan’ın haritaları teslim etmesi hem hukuki hem de ahlaki bir zorunluluktur. Bunu yapmamak, sessiz ve görünmez şekilde düşmanlığı sürdürmek olarak algılanabilir. Ermenistan’ın destekçileri, harita vermenin “karşı tarafa yardım etmek” anlamına geleceğini ve bu nedenle siyasi olarak kabul edilemez olduğunu iddia edebilirler.
Ancak şu unutulmamalıdır: Uluslararası insancıl hukukta “siyasi zorluk” sivilleri tehlikeye atmak için geçerli bir mazeret sayılmaz. Aksine, haritaların kasıtlı olarak paylaşılmaması ve bunun sonucu olarak sivil ölümlerinin meydana gelmesi, bireysel ceza sorumluluğunu bile gündeme getirebilir.
Üstelik kara mayınları asker ile çobanı veya çocuk ile savaşçıyı ayırt etmez. Özellikle işaretlenmemiş ve haritası bulunmayan kara mayınlarının varlığı, uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerinden biri olan “ayrım gözetme ilkesi”nin açık ihlalidir.
Sıkça dile getirilen bir savunma, Ermenistan’ın artık bu topraklar üzerinde egemenliğinin bulunmadığı ve bu nedenle bir yükümlülüğünün olamayacağı yönündedir. Fakat çatışmalar sırasında kullanılan silahların yarattığı zararları en aza indirme yükümlülüğü, bölgeden çekilmekle ortadan kalkmaz. Bu yükümlülük, hukuki terminolojide “devam eden yükümlülük” olarak adlandırılır. Bunu savaş sonrası yapılması gereken, ancak yapılmadığında ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir “temizlik” olarak düşünebiliriz. Üstelik savaş sonrası dönem bir hukuki boşluk dönemi değildir. Aksine, tarafların yükümlülüklerinin daha da belirginleştiği bir aşamadır. Günümüzde uluslararası toplum, artık “görmezden gel ve unut” yaklaşımını kabul etmemektedir. Ermenistan, sorumlu bir bölgesel aktör olarak tanınmak istiyorsa, bu yükümlülüğünü yerine getirmelidir.
Uluslararası insancıl hukuk açısından değerlendirildiğinde, Ermenistan’ın yalnızca yeni kara mayını döşemekten kaçınma değil, aynı zamanda daha önce döşediği mayınların yarattığı tehlikeleri ortadan kaldırma ve en azından ilgili makamlara doğru ve eksiksiz mayın tarlası haritalarını zamanında sunma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu mesele siyasetle değil, hukuki ve ahlaki ilkelere bağlılıkla ilgilidir.
Ermenistan’ın hareketsiz kalması, yalnızca yeni sivil ölümlerine yol açmakla kalmayacak; aynı zamanda ülkeyi uluslararası hukuki incelemelere ve ahlaki eleştirilere de açık hale getirecektir.
Bölgenin savaş sonrası barışa geçiş çabaları sürerken, kara mayınları hâlâ çözülmemiş gerilimlerin güçlü birer sembolü olarak kalmaktadır.
Ermenistan’ın gelecekte nasıl hatırlanacağı —eski bir işgalci olarak mı yoksa barışa bağlı bir aktör olarak mı— büyük ölçüde bundan sonra atacağı adımlara bağlı olacaktır.
Ve unutulmamalıdır ki; hukuki sahnede de savaş alanında olduğu gibi, eylemsizlik bazen bir mayın patlaması kadar yankı uyandırabilir.

Aybike VRESKALA: Ermenistan tarafından sağlanan mayın tarlası haritalarının yalnızca yaklaşık yüzde 25’inin güvenilir olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu durum sahadaki mayın temizleme çalışmalarının operasyonel verimliliğini ve güvenliğini nasıl etkiler?
Şimdi sahneyi hayal edelim: Mayın temizleme ekipleri,
kurtarılmış topraklarda güneşin kavurduğu bir arazide yayılmış durumda, mayın dedektörlerini ritmik daireler çizerek tarıyorlar. Her “bip” sesi ölümcül bir sürpriz anlamına gelebilir.
Ekipler, savaş sonrası yükümlülüklerin bir parçası olarak Ermenistan tarafından sağlanan—sözde resmî ve kesin—haritalara dayanarak çalışıyor. Ancak burada büyük bir sorun var: Bu haritaların yalnızca yaklaşık yüzde25’i güvenilir. Yani “temiz” veya “temizlenebilir” olarak işaretlenen her dört bölgeden üçü ya büyük ölçüde yanlış ya güncelliğini yitirmiş ya da tamamen uydurma olabilir. Bu durum sadece rahatsız edici değil. Bu, kaosun tarifidir—ve mayın temizleme işinde kaos ölümcül sonuçlar doğurur.
Operasyonel açıdan bakıldığında, Ermenistan’ın sağladığı mayın tarlası haritalarının %75 oranında güvenilmez olması, mayın temizlemenin en temel ilkesini yıkar: Öngörülebilirlik.
Mayın kayıtlarının kullanılmasının amacı, belirsizliği azaltmak, operasyonları hızlandırmak ve en önemlisi—can kaybını önlemektir. Ancak haritalar rehberlik etmek yerine tahmine dönüşürse, sahada sahte bir güvenlik hissi yaratır.
Ekipler, bölgeleri önceliklendirmek, kaynakları tahsis etmek ve personelin ölüm tuzaklarına gönderilmemesini sağlamak için bu verilere güvenir. Eğer haritalar doğru değilse —ya da sadece özensiz hazırlanmışsa— tüm operasyonlar anında yeniden planlanmak zorunda kalır. Bu da daha yavaş ilerleme, daha fazla risk ve katlanarak artan maliyetler demektir.
Uygulamada, güvenilmez haritalar, mayın temizleyicileri tüm işaretli bölgeleri şüpheli olarak kabul etmeye zorlar. Bu, her santimetrekarenin yeniden taranması gerektiği anlamına gelir ki bu da zaman ve kaynakların devasa bir israfıdır. Hedefe yönelik ve veriye dayalı bir temizleme çalışması yapmak yerine ekipler ölümcül bir “mayın tarlası oyunu” oynamaya zorlanır.
Ancak burada kayıplar dijital değil; gerçek, metalik ve ölümcüldür.
Bunun daha geniş etkileri de olur:
- Yıllar sürecek yerleşim gecikmeleri,
- Duran altyapı projeleri,
- Kullanılamaz kalan tarım arazileri,
- Evlerine dönmeye çalışan siviller için görünmeyen tehditler,
- Yeniden inşa ile insani güvenlik ihtiyaçları arasında sıkışmış hükümetler.
Özetle, güvenilmez haritalar teknik bir görevi başlı başına siyasi ve güvenlik açısından bir kriz alanına dönüştürür.
Elde edilen verilerin yalnızca yüzde 25’i güvenilir olduğunda, bu artık basit bir hata değil, kasıtlı sabotaj izlenimi verir. Diplomatik çevrelerde inkâr edilebilirlik işe yarayabilir, ancak sahada bu durum, yeniden yapılanmayı engelleme ve sivilleri tehlikeye atma amacı taşıyormuş gibi algılanır. Unutulmamalıdır ki Ermenistan bu bölgeleri yaklaşık otuz yıl boyunca kontrol altında tutmuştur. Üçte ikiden fazlasının kaydının kaybolduğu iddiası ne inandırıcıdır ne de uluslararası hukuk açısından geçerlidir.
Bu sadece uluslararası insancıl hukuk normlarının ihlali değildir; aynı zamanda düşmanlıkların sessiz, sinsi bir biçimde sürdürülmesidir. Savaş artık toplarla değil; kara mayınlarıyla, sessizce ve birer birer sürdürülmektedir.
Güvenilmez haritalar nedeniyle mayın temizleme ekipleri aşırı tedbir protokolleri uygulamak zorunda kalır. Bu da daha fazla tarama, elle kontrol, ayrıntılı risk değerlendirmeleri ve fazladan güvenlik önlemleri demektir.
Sonuç olarak operasyonel maliyetler artar ve zaman çizelgeleri onlarca yıla yayılır.
Ayrıca bu durum, mayın temizleme çalışmalarına destek veren uluslararası bağışçıların sabrını da zorlar. Ülkeler ve sivil toplum kuruluşları kötü verilere dayanarak sürekli kaynak sağlamaktan yorulabilir. Bu durum azalan finansman, daha yavaş ilerleme ve artan sivil öfkesi demektir.
Moral üzerindeki etkisi de büyüktür. Her mayın temizleyicisi her gün ölüm riski altındadır.
Ellerindeki haritalar bir sarhoş korsanın çizdiği hazine haritası gibi olduğunda, güven duygusu tamamen sarsılır. Zaten yüksek stres altında yapılan çalışmalar daha da tehlikeli hâle gelir; ölümcül kazalar, tükenmişlik ve operasyonel çöküşler artar.
Hukuki açıdan Ermenistan’ın kusurlu haritalar teslim etmiş olması onu sorumluluktan kurtarmaz. Tam tersine, yükümlülüğünü daha da ağırlaştırır. Yanıltıcı veri sunmak ve buna rağmen yükümlülüklerin yerine getirildiğini iddia etmek, uluslararası insancıl hukuk çerçevesinde kötü niyetli davranış olarak değerlendirilebilir. Bu tutum, “makul çaba” veya “iyi niyetle işbirliği” kriterlerini karşılamamaktadır; özellikle de kasıtlı yanıltma şüphesi varsa.
Daha da kötüsü, haritaların güvenilmezliği, bölgesel güven inşa çabalarını baltalar.
Sivillerin güvenli geçişinin sağlanamadığı bir ortamda, nasıl ulaşım koridorları açılabilir, büyükelçilikler kurulabilir veya diplomatik ilişkiler normalleşebilir?
Özetle, yüzde 25 doğruluk oranı yalnızca bir istatistik değil; Ermenistan’a yönelik ciddi bir suçlamadır. Bu oran, Ermenistan’ın hukuki yükümlülüklerini yerine getirme konusunda en iyi ihtimalle kısmi, en kötü ihtimalle sahte bir görüntü sunma niyetinde olduğunu göstermektedir. Ve bu durumun bedeli hem insani hem ekonomik hem diplomatik hem de—en acısı—tamamen önlenebilir kayıplar olacaktır.
Peki kurtardığından daha fazla hayat alan bir haritaya ne denir? Bu bir barış aracı değil; bir silah hâline getirilmiş belgedir—kâğıdı şarapnele, mürekkebi ise gelecekteki trajedilerin sessiz suç ortağına dönüştüren bir belge. Ermenistan gerçek bir şeffaflık ve doğrulanabilir veri sağlamadıkça o mayın tarlalarında her duyulan “bip” sesi, savaş sonrası hesap verebilirliğin çöküşünü ve acı bir gerçeği yankılandırmaya devam edecektir:
Bazen en ölümcül yalanlar, kontur çizgileriyle çizilir.

Aybike VRESKALA:Azerbaycan’ın büyük ölçekli mayın temizleme sürecinde karşılaştığı temel zorluklar nelerdir? Sizce mevcut uluslararası katkılar —hem teknik hem de finansal açıdan— yeterli midir?
Eğer modern zamanlarda Herkül’ün Augeas
Ahırlarını temizleme hikâyesine benzer bir örnek aranacaksa, Azerbaycan’ın mayın temizleme görevi buna kesinlikle uyardı—ancak acı bir farkla: burada temizlenen şey gübre değil, on binlerce gömülü ölüm tuzağıdır ve yanlış bir adım emeğinizi cenazeye dönüştürebilir.
Azerbaycan, 2020 savaşı ve sonrasındaki gelişmeler sonucunda topraklarını geri aldıktan sonra, Soğuk Savaş sonrası dönemin en büyük ve en tehlikeli mayın temizleme operasyonlarından biriyle karşı karşıya kalmıştır. Bu yalnızca bir temizlik çalışması değil; görünmeyen, sabırlı ve sessizce bekleyen bir düşmana karşı verilen uzun süreli bir savaşın devamıdır.
İlk olarak, burada yüzbinlerce kara mayınından bahsediyoruz—tanksavar mayınları, insan hedefli mayınlar, tuzaklar ve başka yaratıcı ölüm tuzakları—eskiden işgal altında olan bölgelerin her yerine saçılmış durumdadır. Bunlar düzenli satırlara dizilmiş alanlar değildir. Aksine dağlar, vadiler, ormanlar, tarım arazileri ve hatta su kaynakları etrafında düzensiz bir şekilde döşenmişlerdir.
Üstelik burası tekdüze bir arazi de değildir. Ağdam, Fuzuli, Cebrayıl, Zengilan ve Laçın bölgeleri engebeli, ormanlık yamaçlardan sık bitki örtüsüne sahip ovalara kadar coğrafi zorluklarla doludur. Bazı mayınlar 1990’lardaki ilk Karabağ Savaşı sırasında döşenmiş, bazıları ise daha yakın tarihlerde yerleştirilmiştir. Bunların bir kısmı (kötü şekilde) haritalanmış, çoğu ise haritasızdır. Birçok mayın, kasıtlı olarak sivil alanlara yerleştirilmiştir—bu hem şekil hem işlev itibarıyla bir savaş suçudur—ve evlerin, okulların, hastanelerin ve altyapının yeniden inşasını katlanarak daha tehlikeli hale getirmiştir.
İkinci olarak, mayın temizleme yalnızca tehlikeli değildir; aynı zamanda son derece yavaştır.
Her hektar, haftalar hatta aylar süren titiz bir çalışma gerektirir. Patlayıcı cihazlar (şanslıysanız) bulunur, etkisiz hale getirilir ve temizlenir—çoğu zaman elle yapılır. Şimdi bunu yüzbinlerce hektara çarptığınızı düşünün.
Neden bu bir stratejik sorun?
Çünkü Azerbaycan’ın iddialı bir yeniden inşa planı vardır. Ağdam ve Fuzuli gibi şehirler sıfırdan yeniden inşa edilmektedir. Ancak hiçbir şey—ne bir temel, ne bir sulama kanalı, ne bir elektrik direği—arazi güvenli ilan edilmeden inşa edilemez. Her patlamamış mayın, ulus inşasının önünde bir duvar gibidir.
Ve zaman sadece para değil; aynı zamanda moraldir. Yerlerinden edilmiş kişiler, otuz yıllık bir belirsizlikten sonra evlerine dönmek için sabırsızlanıyor. Mayınlar yüzünden yaşanan gecikmeler, onların yerinden edilmişliğini uzatmakta, hayal kırıklığı yaratmakta ve travmatik bir dönemin duygusal olarak kapanmasını geciktirmektedir.
Devasa bir ulusal seferberliğe rağmen Azerbaycan hâlâ eğitimli mayın temizleyici, özel ekipman ve ileri teknoloji konusunda açık vermektedir. Azerbaycan Ulusal Mayın Faaliyetleri Kurumu (ANAMA) kahramanca çalışmalar yürütmektedir, ancak mevcut insan kaynağı, ekipman ve finansman tehdidin büyüklüğüne yetmemektedir.
Mayın temizleyiciler aşırı yük altındadır. Yıpranma oranı yüksektir. Her görev zihinsel ve fiziksel bir yıpranmadır. Bu arada insansız hava araçları, yapay zekâ destekli haritalama sistemleri ve zırhlı araçlar gibi teknolojilere olan ihtiyaç, mevcut arzı aşmaktadır. Azerbaycan, köpekli birimler ve yurtdışında eğitim almış uzmanları sahaya sürmektedir; ancak bunları ulusal ölçekte yaygınlaştırmak oldukça zorlu bir mücadeledir.
Harita sorunundan da bahsetmemiz gerekir. Ermenistan’ın sunduğu mayın tarlası “kayıtları” çoğu zaman ya feci şekilde yanlış ya da trajik şekilde eksiktir. Daha önce de belirtildiği gibi, teslim edilen haritaların yalnızca yaklaşık %25’i işe yarar bulunmuştur. Bu da Azerbaycan’ın çoğu bölgede adeta körlemesine çalışmak zorunda kaldığı anlamına gelir—gözlemler, metal dedektörleri ve yerel halkın hafızasına dayalı çalışmalar yürütülmektedir.
Bu güvenilir veri eksikliği yalnızca çalışmaları yavaşlatmakla kalmaz; her mayın temizleme operasyonunu bir pusuya dönüştürür. Üstelik birçok mayın plastikten yapılmış veya gizlenmiştir; bu da en gelişmiş sensörlerin bile hepsini tespit edememesine neden olur. Bu yalnızca bir zorluk değil; bürokratik bir kayıtsızlıkla sarılmış kasıtlı bir engellemedir.
Bu konuda açık konuşmamız gerekiyor. Bazı ülkeler ve kuruluşlar bağış, teknik destek ve eğitim yardımı sağladıysa da küresel ölçekte verilen destek sorunun büyüklüğüne göre son derece yetersizdir. Batılı başkentler barış, istikrar ve insani sorumluluk hakkında beyanatlar vermeyi severler—ancak tehlikeyi gerçekten ortadan kaldıracak ekipmanlar için gereken finansmana gelince bu heves hızla azalır.
Batı’nın bu tereddüdü çoğunlukla siyasi ihtiyat kaygılarından kaynaklanmaktadır—Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında “taraf tutuyor” görünmekten çekinmektedirler. Oysa tarafsızlık, insani aciliyeti göz ardı etmek için bir bahane olmamalıdır. Kara mayınları ayrım yapmaz. Çocukları, çiftçileri ve yardım çalışanlarını aynı şekilde öldürür.
Bu arada büyük bağış kuruluşları kaynaklarının büyük bölümünü Yemen, Suriye, Ukrayna gibi diğer sıcak bölgelere yönlendirmiştir. Bu da Azerbaycan’ı, kaynak kıtlığının yaşandığı bir krize müdahale pazarında yarışmak zorunda bırakmaktadır. Bazı fonlar gösterişli fotoğraf fırsatları için ayrılmıştır; ancak yerel mayın temizleyicilerinin eğitimi ya da ileri robotik ekipman alımı gibi uzun vadeli altyapı ihtiyaçları hâlâ kronik olarak eksik finanse edilmektedir.
Nadiren tartışılan bir diğer yük de kamu diplomasisi mücadelesidir. Azerbaycan uluslararası destek sağlamaya çalışırken, bazı lobi grupları mayın sorununu küçümsemekte veya siyasi amaçlı bir gündem olarak sunmaktadır.
Bu durum tuhaf bir çifte standart yaratmaktadır. Başka ülkeler savaş sonrası yardım talep ettiğinde, sorumluluk sahibi olarak alkışlanırlar. Azerbaycan aynı çağrıyı yaptığında ise şüpheli bakışlarla ve çekincelerle karşılaşır. Bu da ülkenin gerçek, belgelenebilir bir insani felaketi çözmek için ihtiyaç duyduğu küresel desteği toplamasını zorlaştırır.
Azerbaycan’ın mayın temizleme çalışmaları yalnızca bir güvenlik kampanyası değildir. Bu çalışmalar, ulusal toparlanmanın merkezinde yer almaktadır. Mayınlar temizlenmedikçe dönüş yoktur, yeniden inşa yoktur, uzlaşma yoktur.
Ancak açık olmak gerekirse—bu yalnızca Azerbaycan’ın omuzlayabileceği bir görev değildir ve olmamalıdır.
Uluslararası toplumun, söylemlerini gerçek destekle örtüştürememesi çok şey anlatmaktadır. Sonunda mesele sadece mayınlarla ilgili değil; ahlaki netlik ile ilgilidir. Savaşın parçaladığı topraklarda hayatı yeniden canlandırmaya çalışanlara yardım edecek miyiz?
Yoksa diplomatik atalet ve bağış yorgunluğu içinde bir neslin daha toprağın altında kaybolmasına seyirci mi kalacağız?
Daha fazla müttefik beyanlarını tarama cihazlarına, etiketlerini koruyucu giysilere dönüştürmedikçe, Azerbaycan’ın kahraman mayın temizleyicileri sadece patlayıcıları değil, onları çevreleyen kayıtsızlığı da etkisiz hale getirmek için her şeylerini riske atmaya devam edecekler.
Ve belki de en tehlikeli mayın tarlası tam da budur.
4. Uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) dahil olmak üzere, bu tür uzun vadeli savaş sonrası tehlikeler için hesap verebilirliği sağlamak amacıyla hangi mekanizmaları kullanabilir?
Eğer savaş yara izleri bırakıyorsa, kara mayınları durmaksızın kanatan şarapnellerdir.
Ve bir çatışma sona erdiğinde, bu kalıntıların temizlenmesi—ya da en azından onlardan kaçınabilmek için bir yol haritası sunulması—bir lütuf değil, ahlaki bir refleks olmalıdır.
Ancak Azerbaycan’ın savaş sonrası manzarasının acı şekilde ortaya koyduğu gibi, bu kalıcı tehditler konusunda küresel düzeyde bir hesap verebilirlik anlayışından hâlâ çok uzaktayız.
Şu soruyu sormak kaçınılmazdır: Bir devlet kara mayınlarını gömdüğünde ve ardından gerçeği de gömdüğünde, uluslararası toplum gerçekten ne yapabilir?
İpucu: Şu anda yaptığı şeyden çok daha fazlasını.
Önce, elimizde zaten bulunan ama nadiren etkili bir şekilde kullanılan hukuki araçlara bakalım.
1997 tarihli Ottawa Sözleşmesi—resmi adıyla Kara Mayınlarının Yasaklanması Sözleşmesi—insan hedefli kara mayınlarının kullanımı, stoklanması, üretilmesi ve transferini yasaklamakta; taraf devletlere mayın temizliği ve mağdur desteği konusunda yükümlülükler getirmektedir.
Ermenistan bu sözleşmeye taraf değildir. Ne tesadüf, değil mi?
Ancak iş burada ilginçleşmektedir: Uluslararası Kızılhaç Komitesi tarafından yorumlanan teamül haline gelmiş uluslararası insancıl hukuk, çatışmanın taraflarına, silahlar sustuktan sonra bile sivillere verilen zararı en aza indirme yükümlülüğü getirmektedir. Bu da mayınların yerlerinin işaretlenmesi, temizlenmesi veya en azından yerlerinin açıklanması görevini içerir. Bir devlet bu bilgileri bilerek sakladığında, sivil hayatları kasıtlı olarak tehlikeye atma alanına girer—ve bu durum potansiyel bir savaş suçu teşkil eder.
Peki uluslararası toplum neden dava açmıyor? İşte burada ikinci mekanizmaya geçiyoruz.
Uluslararası hukuki süreçler genellikle yavaş ve siyasallaşmış olsa da diplomatik sonuçlar hızlı ve etkili olabilir—tabii eğer siyasi irade varsa. AGİT ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi gibi kuruluşlar, kasıtlı savaş sonrası tehlikeleri belgelemek ve ifşa etmek için platformlara sahiptir. Özel raportörler atanabilir; delil toplayıp sert raporlar yayınlayabilirler.
Ve bu raporlar kesinlikle önemlidir. Uluslararası kamuoyunu şekillendirir, yaptırımları meşrulaştırır ve ihlal eden devletleri diplomatik olarak izole eder.
Daha yaratıcı bir yöntem olarak, bağışçı devletler ve çok taraflı yardım kuruluşları, yeniden yapılanma fonlarını veya kalkınma yardımlarını mayın temizliği konusunda şeffaflık ve işbirliği şartına bağlayabilirler. Harita yoksa, para da yok. Basit bir denklem; ancak Batı bunu her durumda uygulamakta isteksiz davranmaktadır.
Ayrıca Avrupa Birliği veya Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan yaptırım rejimleri, savaş sonrası engellemelere yönelik hükümler de içerebilir. Bir devletin mayın tarlası bilgilerini kasıtlı olarak gizlediği ve böylece başka bir devletin yeniden inşasını ve mültecilerin geri dönüşünü geciktirdiği tespit edilirse, ilgili yetkililere veya bakanlıklara yönelik hedefli yaptırımlar tamamen meşru olur.
Bunun da emsalleri vardır: Örneğin, Suriye ve Sudan’da insani yardımı engelleyen aktörlere uygulanan yaptırımlar.
Mükemmel bir dünyada, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, gizlenmiş kara mayınlarıyla sivillerin kasıtlı olarak tehlikeye atılmasını barış ve güvenliğe tehdit olarak değerlendirebilir.
Bu, fantezi değildir; mevcut emsallerle uyumludur. Örneğin, Balkanlar’da, Güvenlik Konseyi savaş sonrası patlamamış mühimmatları ciddi bir güvenlik riski olarak kabul eden kararlar almıştır.
Teoride, bir Güvenlik Konseyi kararı tam mayın tarlası şeffaflığı talep edebilir, izleme ekipleri atayabilir veya obstrüksiyon vakalarını Roma Statüsü’nün 8. Maddesi kapsamında Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevk edebilir. Bu madde, sivillere yönelik kasıtlı saldırıları ve “gereksiz acıya veya aşırı yaralanmaya” yol açan silahların kullanımını suç saymaktadır. Elbette, mevcut jeopolitik gerçeklikler göz önünde bulundurulduğunda, böyle bir kararın çıkarılması oldukça zorlu olur—özellikle beş daimi üyeden biri suçlanan devleti stratejik bir ortak olarak görüyorsa. Ancak başarısız bile olsa böyle bir girişim uluslararası dikkat çeker ve devletlerin taraf seçmesini zorunlu kılar.
Tarafsız üçüncü tarafların veya uluslararası teknik konsorsiyumların rolünü de göz önünde bulundurmalıyız. AGİT, donmuş çatışmalarda zaten çeşitli gerçeği araştırma misyonları yürütmüştür. Devletler koalisyonunun sponsorluğunda düzenlenecek bir mayın temizliği denetimi—tarafsız mühendisler, insansız hava araçları ve yapay zekâ destekli haritalama araçlarıyla—kötü niyetli davranışların kesin kanıtlarını ortaya çıkarabilir.
Bu tür denetimler, uluslararası hukuk gözlemcileriyle koordine edilirse, daha sonra uluslararası tahkim, tazminat talepleri veya çok taraflı dava süreçleri için dayanak oluşturabilir. Amaç yalnızca geçmişteki ihlalleri cezalandırmak değil; gelecekteki çatışmalar için uygulanabilir normlar yaratmaktır.
Bu alanda tamamen yeni bir alana girdiğimizi sanmayalım. Emsaller bol miktarda mevcuttur:
- Hırvatistan’ın Sırbistan’a karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı dava, etnik temizlik iddialarını içeriyordu, ancak savaş sonrası hesap verebilirlik konularını da gündeme getirmiştir.
- Kolombiya’da, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, iç savaş sonrası uzun vadeli bir mayın temizleme operasyonunu koordine etmiş ve FARC gerillalarının yerleştirdiği mayınlardan dolayı hesap vermesini müzakere yoluyla sağlamıştır.
- Kosova ve Kamboçya’da, uluslararası finansman savaş sonrası şeffaflığa açıkça bağlanmış ve uyulmaması halinde diplomatik izolasyon uygulanmıştır.
Dolayısıyla alet kutusu mevcut. Eksik olan şey, gereken yere baskı uygulayacak siyasi tornavidadır.
Uluslararası toplum bir seçimle karşı karşıya: Ya mayın tarlası haritalarının paylaşılmasını ve savaş sonrası mayın temizliğini uluslararası hukukta pazarlık edilemez yükümlülükler olarak kodlayacak, ya da kara mayınlarının savaş sonrası intikamın kabul edilebilir bir aracı olduğuna dair tehlikeli bir mesaj gönderecektir.
Devletlerin masadan ceplerinde haritalarla ve ağızlarında sessizlikle kalkmasına izin vermek yalnızca acıyı uzatmaz; zamanı da bir silah haline getirir, her gecikmeyi pasif saldırganlık biçimine dönüştürür.
Eğer uluslararası hukuk bir anlam taşıyacaksa, şu ilkeyi taşımalıdır:
Hiçbir zafer, tehlikeyi toprağa gömme ve ardından uzaklaşma hakkını vermez. Ve hiçbir barış, mayınlar temizlenmeden ve gerçekler gün yüzüne çıkarılmadan gerçek değildir.
***
Yazar hakkında
Aybike VRESKALA, Hacettepe Üniversitesi İngilizce-Fransızca Mütercim ve Tercümanlık (Çift Anadal) ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü (Özel Öğrenci)