Türkiye’nin PKK terör örgütüyle çok uzun yıllardır devam eden mücadelesinde en önemli sahalardan birisi her zaman Suriye oldu. Esasında geriye dönüp baktığımızda PKK’yı bir terör örgütü olarak örgütlenme ve teşkilatlanmasının esas kısmının Esed rejimi ve ona bağlı muhaberat tarafından yapıldığı tespiti iddialı olmayacaktır. Abdullah Öcalan’ın 1980 yılında Suriye’ye geçişi ve akabinde muhaberatın kontrolü altına girmesiyle PKK örgütlenmesi şekillendirilmiş, Lübnan Beka kamplarında örgüt doğrundan eğitim almaya başlanmış ve Türkiye’ye karşı Esed rejiminin bir aracı haline dönüştürülmüştür. PKK’nın Irak Kuzeyindeki dağlık alanlarda ve Kandil’e yerleşmesinde de Esed rejimi birinci derecede rol oynadı. Elbette tüm bu süreç Adana mutabakatına kadar devam etti. Türkiye’nin Sovyetlerin yıkıldığı bir dönemde yalnız kalan Rejime yönelik savaş tehdidi karşında, Esed Rejimi geri adım atarak PKK’ya verilen desteği sonlandırdı ve örgüt büyük ölçekte Suriye sahasından çekilmek zorunda kaldı. Ta ki Suriye devrimi başlayana kadar. Bu dönemde Rejim yeniden PKK ile ilişki kurarak ülkedeki kaostan yararlanarak kurulan YPG ile yakın bir angajmana girerek Afrin, Kamışlı ve Ayn el Arap’ı örgüte teslim etti, ağır silahlar da dahil askeri destek vererek YPG’yi Suriyeli devrimcilere ve Türkiye’ye karşı araçsallaştırmaya başladı.
Böylece 2011-12 yılları boyunca PKK alt örgütlenmesi PYD/YPG ile yeniden Suriye sahasında etkili olmaya hem de alan hâkimiyeti oluşturmaya başladı. Örgüt bir yandan muhaliflerle çatışarak kendi alanını genişletirken diğer yandan da PKK’nın Türkiye ve Irak’taki unsurlarıyla etkileşim içerisinde güçlenmeye başladı. O dönemde DEAŞ’ın Irak ve Suriye’de varlığı artırması, ABD’nin YPG’yi DEAŞ’a karşı bir unsur olarak desteklemesini de beraberinde getirdi. Terör örgütü hem Esed rejimi ve onun destekçileri Rusya ve İran ile hem de ABD ve diğer Batılı ülkelerle eş zamanlı angajmanlara giren kullanışlı bir aktör haline gelerek, özellikle Fırat’ın doğusunda alan hâkimiyetini iyice artırdı. Nihayetinde Afrin üzerinden Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir terör yapısı kurmak için büyük bir çaba içerisine girdi. Ancak Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişiminin hemen akabinde yeni bir askeri doktrinle sınır ötesi askeri harekâtlara başlamasıyla PKK’ın Türkiye’nin tüm güney sınırlarını kapatacak şekilde bir terör kuşağı oluşturmasını engelledi.
Suriye içerisinde peş peşe Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Planı Harekâtları icra edildi. Bu harekâtlar sırasında Türkiye; Esed rejimi, Rusya, İran ve ABD ile de doğrudan mücadele etmek zorunda kaldı. Zaman zaman askeri çatışmalar yaşanırken ABD’nin ekonomik yaptırımlarına da maruz kaldı. Ancak yine de kendi ulusa güvenliği bağlamında adım atmaktan çekinmedi ve örgütün devletleşme hayalini adım adım yok etti. Yine eş zamanlı olarak Irak’ta sınır ötesi askeri harekatlarla örgütün kontrol alanları elimine edilirken TSK ilk defa Irak’ta da alan hakimiyeti ile stratejik alanların kontrolü ele geçirdi. Tüm bu sınır ötesi askeri harekâtlar sırasında Türkiye içinde de terör örgütü büyük ölçekte elimine edildi. Kırsal alanda PKK’lı unsur neredeyse kalmazken, PKK’nın terör eylemi yapabilme kapasitesi minimize edildi.
Güçlü siyasi irade, proaktif yeni askeri doktrin, her geçen gün güçlenen savunma sanayi ve SİHA teknolojisi, TSK ve MİT başta olmak üzere güvenlik güçlerinin çok daha efektif hale gelmesi gibi etkenler PKK’nın büyük ölçekte askeri açından elime edilmesini sağlayan faktörlerdi. Elbette ülkedeki demokratik gelişmeler, ülkedeki tüm vatandaşların temel haklarına yönelik iyileştirmeler de PKK’yı var eden zeminin gittikçe zayıflamasını berberinde getiriyordu. İşte bu dinamikler ve gelişmeler bağlamında Türkiye, terörsüz Türkiye hedefi ile PKK parantezini tamamen kapatmaya yönelik önemli bir inisiyatifi hayata geçirmeye başlamış durumda.
Devlet Bahçeli’nin ilk kez kamuoyu ile paylaştığı ve akabinde Abdullah Öcalan’ın kurucusu olduğu örgüte ilişkin askeri ve ideolojik yenilgiyi kabullenerek, varlık nedenlerinin ortadan kalktığını ortaya koyarak fesih çağrısında bulunması önemli bir milat oldu. Ardından PKK, 5-7 Mayıs’ta 12. Kongrelerini gerçekleştirerek Öcalan’ın çağrısına uyduklarını ve kendilerini feshettiklerini ortaya koydular. Tabi burada PKK’nın alt örgütlenmeleri olan Suriye’deki PYD/YPG ve onların çatı yapılanması olan SDG’nin durumunu ve nasıl hareket edeceği de önemli bir soru işareti olarak öne çıktı.
Esasında Öcalan’ın sürecin ilk dönemlerinde yapmaya başladığı açıklamalar, Kandil ve Avrupa ayağı ile birlikte Suriye’de Mazlum Abdi’ye hitaben de bir mektup göndermesine rağmen örgütün Suriye ayağının tereddütlü davrandığı ve bu sürecin desteklemelerine rağmen kendilerini bağlamadığına yönelik açıklamalar yapmaya başladılar. Ancak Öcalan’ın ağırlığını koymaya başlaması Türkiye ve ABD’nin artan baskısı örgütün Şam yönetimiyle bir anlaşma yaparak, kendi kontrollerindeki askeri, siyasi ve idari yapıların Şam yönetimine entegrasyonunu kabul eden 8 maddelik bir anlaşma yapmaya zorladı. Burada PKK’nın Suriye ayağının geri kalan unsurlar gibi federasyon ya da özerklik taleplerinden vazgeçerek yeni yönetim modelini kabule zorlandıkları görülüyor.
Esasında Suriye sahasındaki değişim Esed rejiminin kısa süre içerisinde Türkiye’nin desteklediği muhalif unsur tarafından devrilmesi ve Rusya ile İran’ın devre dışı kalmasıyla başladı. Bu dönemde örgütün kontrolünde olan Tel Rıfat, Şehba ve Menbiç gibi stratejik değere sahip yerlerde örgüttün temizlendi. Örgüt, Fırat doğusunda çoğunluk Arap demografisi olan bir bölgede sıkışırken, ana destekçisi ABD’nin porsiyonunu da Trump ile değişmeye başladı. Trump’ın Türkiye’nin Suriye üzerindeki nüfuzunu kabullenmesi ve iki ülkenin siyasetlerini ortaklaştırmaya yönelik atılan her bir adımla SDG/YPG daha da zor bir denklemin içerisine girdi. Türkiye’nin çabasıyla Şam yönetimine yönelik uluslararası yaptırımların kaldırılması ve meşruiyet zeminin gittikçe artması önemli bir faktör oldu. ABD’nin Suriye temsilcisi de olan Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın da ortaya koyduğu şekilde, ABD’nin bölgedeki 8 üssün 7’sinde boşaltma süreci başlarken, SDG/YPG’nin ana kozu olan DEAŞ kampları ve hapishanelerinin de TSK destekli Şam yönetiminin kontrolüne devir süreci başlamak üzere.
Nihayetinde bir yandan Terörsüz Türkiye ve PKK’nın fesih süreci, diğer yandan Öcalan’ın doğrudan oluşturduğu baskı, SDG/YPG’yi adım atmaya sevk ederken diğer yandan Suriye sahasında yeni gerçeklik, güç dinamikleri, Türkiye ve yeni Şam yönetiminin askeri caydırıcılığı ve elbette Fırat’ın doğusundaki Arap yoğun demografi büyük ölçekte PKK’nın Suriye dosyasını kapatılmasını beraberinde getirecek unsurlar. Burada bir müddet İsrail’in SDG/YPG’yi korumaya yönelik çaba içerisine girdiği görülse de İsrail, Türkiye’yi bu anlamda tek başına karşısına alma cesaretini göstermezken, Trump’ın da Suriye bağlamında Netanyahu’ya kameralar karşısında “rasyonel ol” söylemi kapalı kapılar arkasında İsrail’in nasıl bir çaba içerisinde olduğunu ancak ABD’den istediğini alamadığını göstermiş oldu. Tüm bu zikredilen gelişmeler ışığında PKK’nın fesih sürecine paralele şekilde SDG/YPG’nin de Şam yönetimine devir ve entegrasyonunun devam edeceğini öngörebiliriz.