Zengezur, Karabağ ve Türk Uyanışı: Azerbaycan’ın Rusya ile Jeopolitik Hesaplaşması

* Tarih boyunca Rusya, Azerbaycan üzerinde hegemonyasını sürdürmek için iki araca başvurdu: etnik bölünmeleri kışkırtmak ve diasporayı hedef almak.
* İşte detayları!…
UHA/ İnternational News Agency
Araştırmacı yazar Mehmet Bildik
ANKARA, 09 AĞUSTOS 2025 – Askeri ve Stratejik İşler üzerine çalışan bir siyaset bilimci olan Araştırmacı yazar Mehmet Bildik, Strasam Araştırmaları Merkezi (STRASAM) için kaleme aldığı “Zengezur, Karabağ ve Türk Uyanışı: Azerbaycan’ın Rusya ile Jeopolitik Hesaplaşması” başlıklı yazısı:
Rusya’nın Yekaterinburg’daki Baskısı: Azerbaycan’dan Jeopolitik Mesaj
27 Haziran 2025 tarihinde Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB), Yekaterinburg şehrinde sivil bir evi hedef alan, tam ölçekli bir askeri operasyon başlattı. Makineli tüfeklerle donanmış FSB elemanları, Azerbaycan kökenli Seferov ailesinin evine baskın düzenledi. Operasyon sırasında Huseyn ve Ziyaeddin Seferov adlı iki kardeş öldürüldü, düzinelerce kişi gözaltına alındı. Bu operasyonla ilgili olarak herhangi bir resmî açıklama yapılmadığı gibi, operasyona gerekçe olarak bir kanıt veya yasal arama emrine bile ihtiyaç duyulmadı.
Seferov kardeşlerin otopsi raporu tüyler ürperticiydi: kırık kaburgalar, beyin kanaması ve parçalanmış göğüs kemikleri. Açıkça görülen vahşet izlerine rağmen, Rus yetkililer ölümleri sözde “kalp yetmezliği” olarak gösterdiler, buna bağlamaya çalıştılar. Ancak Azerbaycan bu konuda sessiz kalmadı. Azerbaycan hükümeti FSB operasyonundan hemen sonra Rus büyükelçisini çağırdı, kültürel programları askıya aldı ve bu arada misilleme olarak da Sputnik Azerbaycan’a karşı bir operasyon düzenlemekte gecikmedi. Moskova ise Azerbaycan’ın bu tepkisini “aşırı duygusal” olarak nitelendirdi. Moskova’nın kayıtsızlığına anlam veremeyen Bakü için bu olay diplomasinin dışında gerçekleşen, kabul edilemez bir şeydi ve özellikle işkenceyle işlenen soğukkanlı bir cinayeti Moskova’nın saklaması mümkün değildi.
Kanaatimce yaşanan bu olaylar tek başına değerlendirilmemeli, daha geniş bir jeopolitik dinamik içinde görülmelidir. Bugünlerde Rusya ile Azerbaycan arasındaki gerginlik giderek artıyor. Şimdilerde zirve yapan bu gerginlik, Rusya’nın geçen yılın son günlerinde bir Azerbaycan yolcu uçağını düşürmesiyle başladı, ardından Moskova’nın Hankendi’nde konsolosluk açma talebiyle devam etti. Bu konsolosluğun bir istihbarat merkezi olduğu çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Bakü bu isteğe sıcak bakmadı. Neticede Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 9 Mayıs’ta Moskova’da düzenlenen Zafer Bayramı geçit törenine katılmama kararı, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin donduğunun resmi bir ifadesi olarak yorumlandı.
Azerbaycan, cesur bir hamle ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın da katıldığı Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) zirvesine Hankendi’nde ev sahipliği yaptı. Bu zirve, Türk dünyasının Karabağ’daki varlığını simgeleyen bir gövde gösterisine dönüştü. Dikkatler şimdi Azerbaycan’da faaliyet gösteren 355 kadar Rusça eğitim veren okulun kaderine çevrildi ve bu okulların kapatılma olasılığı konusunda bugünlerde hararetli tartışmalar yapılıyor.
Bu okullar, görünüşte eğitim kurumları olmakla birlikte, Azerbaycan sivil toplumu ve istihbarat çevreleri tarafından uzun süredir çift işlev gördükleri şüphesiyle izleniyordu. Bunların birçoğunun, Kremlin yanlısı söylemleri yaymak, etnik azınlıkları gözetlemek ve genç nesiller arasında elit kesimin sadakatini Moskova adına şekillendirmek için Rus istihbarat altyapısının gayri resmi uzantıları olarak faaliyet gösterdiklerine dair yaygın bir kanı var. Azerbaycan’ın eğitim kisvesi altında istihbarat üssü olarak faaliyet gösterdiği kanıtlanan kurumların aşamalı olarak yeniden yapılandırılması veya kapatılması da dahil olmak üzere stratejik ve egemenlikle ilgili önlemleri değerlendirme aşamasında olduğu iddia ediliyor.
Şüphesiz Rusların düzenlediği Yekaterinburg baskını tehlikeli bir emsal teşkil ediyor. Rusya’nın giderek ırkçı bir hal alan “etnik ayrımcılığa dayalı eylemleri”, Azerbaycanlı olmanın bir suç olduğu fikrini yayıyor. Bu da bu türden bir düşmanlığın ilk örneği değil.
Bu düşmanlığı anlamak için yüzyıllar öncesine bakmamıza gerek yok. Jeopolitik bir dönüm noktası olan 19-20 Ocak 1990 tarihlerine geri dönmek yeterlidir. O günlerde Sovyet birlikleri tanklar ve zırhlı araçlarla Bakü’ye saldırmıştı. Emir açıktı: Azerbaycan milliyetçiliğini her türlü yolla bastırın.
Sovyet askerleri 147 kadar Azerbaycanlı sivili katlettiler, yüzlerce kişi de yaralandı. Saldırı sadece güç gösterisi değil, bir ulusa toplu cezalandırma eylemi, yöntemi olarak yorumlandı. Rusya hiçbir zaman bu eylemine ilişkin sorumluluğunu kabul etmedi ve tazminat ödemeye bile yanaşmadı. Böyle bir şey olmamış gibi bir duruş sergilenmeye devam edildi. Rusya açısından kurbanlar hafızadan silindi çünkü Moskova’nın gözünde Rus olmayanların hayatı değersizdi.
Bu hunharca katliam operasyonunu emreden kişi, dönemin Sovyet Savunma Bakanı Dmitry Yazov, yıllarca Rus devleti tarafından korundu ve onurlandırıldı. Bugün bile adı Kremlin çevrelerinde ‘şerefle’ anılıyor.
Bu tür suç olan eylemleri karşı Moskova’nın sergilediği cezasızlık mirası devam ediyor. Yekaterinburg baskını ortaya çıkarken, başka bir trajedi ile ilgili yeni belgeler sızdırıldı: 25 Aralık 2024 tarihinde Grozni üzerinde AZAL yolcu uçağının düşürülmesi ve uçaktaki 38 kişinin hayatını kaybetmesi. Rus ordusu Yüzbaşı Dmitry Paledichuk’un mektubu, Pantsir-S hava savunma sistemindeki ciddi teknik kusurlara rağmen uçağın kasten hedef alındığını ortaya çıkardı. Ses kayıtları, emrin Rus Savunma Bakanlığı’na bağlı 51. Hava Savunma Tümeni’nden geldiğini doğruladı. Daha önce Suriye’de görev yapmış olan Paledichuk, uçağı net olarak tanımlayamadığını ve doğrudan emir aldığını itiraf etti.
Azerbaycan’daki birçok kişi için bu uçağın Ruslar tarafından vurulması kesinlikle bir tesadüf değil. Yekaterinburg saldırısı ve AZAL uçağının düşürülmesi, aynı stratejik Rus ‘katliam’ zihniyetini yansıtıyor: Azerbaycan’ı cezalandırmak için şiddet ve dezenformasyonu kullanma isteği.
Rusya’nın yaklaşımı iki yönlü: Azerbaycan’da etnik ayaklanmaları kışkırtmak ve yurtdışındaki Azerbaycan diasporasını sindirmek. Bu taktik, 1999’daki İkinci Çeçen Savaşı sırasında, Rusya’nın güvenlik gerekçesiyle 12.000 Azerbaycan vatandaşını sınır dışı ederken kullanılmıştı. Amaç açıktı: korku ortamı yaratmak.
Bugün bu senaryo yeniden uygulanıyor. Etnik grupları hedef alan mevcut dalga rastgele değil, Azerbaycan’ın değişen dış politikasına doğrudan bir tepki olarak okunuyor. Mart 2025’ten bu yana Bakü, Batı ve Türkiye ile ilişkilerini güçlendirdi. Cumhurbaşkanı Aliyev’in Moskova’daki Zafer Bayramı’na katılmaması ve aynı zamanda Bakü’de Türk ve İsrailli yetkililerle üçlü istihbarat zirvesinin düzenlenmesi Kremlin’de alarm zillerinin çalmasına yol açtı. Zira Rusya, Azerbaycan üzerindeki geleneksel hakimiyetini kaybetmekten korkuyordu.
Yekaterinburg operasyonu bu nedenle önleyici bir saldırı, Azerbaycan’ı diasporası aracılığıyla cezalandırmayı amaçlayan jeopolitik bir uyarı olarak görülebilir. Rusya, eski Sovyet coğrafyasında hakimiyetini yeniden tesis etmek istiyor ve Azerbaycan’ın dış politikadaki bağımsızlığına, bağımsızlık arayışlarına karşı toplu cezalandırma yöntemi ile Moskova ‘söylemek istediklerini’ Bakü’ye iletmiş oluyor: Ayağını denk al!
Tarih boyunca Rusya, Azerbaycan üzerinde hegemonyasını sürdürmek için iki araca başvurdu: etnik bölünmeleri kışkırtmak ve diasporayı hedef almak. Bunun önemli bir örneği, 1990’ların başında Azerbaycan’ın kuzey bölgelerini kopararak Dağıstan ile birleşik bir Lezgistan kurmayı amaçlayan SADVAL hareketidir. Moskova’nın desteğiyle SADVAL, 1994’te 27 sivilin öldürülğü Bakü metro bombalaması da dahil olmak üzere terör eylemleri gerçekleştirdi.
2008 yılında Moskova’da düzenlenen bir konferansta, Azerbaycan bölgelerinin Dağıstan’a katılması açıkça tartışıldı. Bu, bu çabaların ne kadar köklü ve stratejik olduğunu göstermektedir. Rusya, Azerbaycan kimliğini Güney Kafkasya’daki nüfuzuna bir tehdit olarak görmeye devam etmektedir.
En son provokasyonlardan biri, Rusya’nın Hankendi’nde konsolosluk açma planıdır. Yasal ve diplomatik açıdan bu adım haksızdır. Bölgede Rus vatandaşı veya şirketi bulunmamakta, hatta Rus askerleri bile çoktan bölgeden çekilmiştir. Azerbaycan’ın St. Petersburg ve Yekaterinburg’da konsoloslukları bulunurken, Rusya’nın Bakü’de tek bir temsilciliği vardır. Öyleyse bunun nedeni nedir?
Cevap jeopolitiktir. Moskova, diplomasi kisvesi altında Karabağ’da varlığını yeniden tesis etmeye çalışmaktadır. Bu bir konsolosluk ofisi değil, bir istihbarat karakoludur. Bu adım, Türkiye’nin Şuşa’da konsolosluk açma planlarıyla aynı zamana denk geliyor. Türkiye’nin yeniden inşa çabaları ve Azerbaycan’da çalışan Türk vatandaşları göz önüne alındığında, bu adım meşru ve gerekli bir hamle olarak görülüyor. Buna karşılık, Rusya’nın nedenleri tamamen stratejik bağlamda görülüyor.
Karabağ, Azerbaycan’ın egemenlik alanıdır. Herhangi bir diplomatik misyonun kurulması mutlak bir şekilde Bakü’nün onayını gerekir. Kanaatimce Rusya, Karabağ’ın artık Güney Kafkasya’daki jeopolitik kozlarından biri olmadığı gerçeğini kabul etmelidir.
Sorunu daha da karmaşık hale getiren bir diğer gelişme, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın 20 Haziran 2025 tarihinde Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret oldu. Sınırların kapatılmasından bu yana bir Ermeni liderin Türk topraklarına yaptığı ilk ziyaret, Ankara-Erivan ilişkilerinde tarihi bir yumuşamaya işaret etti. Bu gelişme, özellikle Azerbaycan’ın bunu diplomatik yapı aracılığıyla bölgesel barışı güçlendirme fırsatı olarak görmesi nedeniyle Moskova’nın rahatsızlığını muhtemelen daha da arttırdı.
Zangezur Koridoru, Azerbaycan-Ermenistan barış süreci ve Türkiye-Ermenistan sınırının açılması birbiriyle bağlantılıdır. Rusya, bu entegrasyondan korkmaktadır çünkü bu, Moskova’yı bölgesel liderlikten uzaklaştırmaktadır.
Azerbaycan tanklarla değil, diplomasiyle yanıt verdi. Aliyev’in liderliğinde Hankendi’nde düzenlenen ECO zirvesi, Azerbaycan’ın yalnız olmadığına dair net bir mesaj verdi. Türk dünyasından, Orta Doğu’dan ve Orta Asya’dan on ülke katıldı ve koordineli ve birleşik bir cephe sergilendi.
Zirve sadece bir ekonomi forumu değildi; Yekaterinburg’daki şiddete güçlü bir yanıt ve Azerbaycan’ın sindirilemeyeceği yönünde güçlü bir beyanattı. Azerbaycan, Suriye lideri Ahmed el-Şera’yı bile ağırlayarak enerji işbirliğini görüştü ve onu İsrailli yetkililerle bir araya getirdi. Bu gelişmeler ve çabalar, Bakü’nün hem Kafkasya hem de Orta Doğu’da artan jeopolitik etkisini gösteriyor.
Rusya’nın uzun süredir uyguladığı zorlama, şiddet ve bölme yöntemleri, bölgesel birlik, strateji ve işbirliği ile giderek daha fazla karşılanıyor. Karabağ’dan gelen mesaj açık: Türk dünyası artık parçalanmış değil. Artık geçmişteki müdahaleleri kabul etmeyecek, koordineli bir güç.
Sonuç: Güç ve Toprakların Felsefi Anatomisi
Bu gelişmelerin daha geniş anlamını anlamak için, jeopolitik düşüncenin teorik temelleriyle de ilgilenmek gerekir. “Heartland Teorisi”ni kavramsallaştıran Halford Mackinder’ın fikirleri, Avrasya’nın küresel güç politikasında stratejik merkeziyetini vurgulamıştır. Mackinder’a göre, Heartland’ı (Güney Kafkasya’nın hayati bir kapısı olan) kontrol eden, dünyayı yönetir. Bu önemli bölge üzerindeki kontrolünün azaldığının farkında olan Rusya, çaresizlikle tepki gösteriyor.
Nicholas Spykman, “Rimland Teorisi” ile karşı bir bakış açısı sunarak, Türkiye ve Azerbaycan’ın faaliyet gösterdiği kıyı şeridindeki hakimiyetin, nihayetinde küresel nüfuzu şekillendirdiğini savundu. Azerbaycan’ın Türkiye ve Batı ile giderek yakınlaşması, Rimland’ın konsolidasyonuna doğru bir kayma olduğunu ve Rusya’nın nüfuzunun azaldığını gösteriyor.
Carl Schmitt’in “düzen olarak uzam” (Raumordnung) kavramı, jeopolitik uzamın asla tarafsız olmadığını, her zaman egemen karar vericiler tarafından çekişme, örgütlenme ve hakimiyet nesnesi olduğunu öne sürer. Jeopolitik bir fay hattı olan Güney Kafkasya, artık Rus imparatorluk planlarına göre değil, işbirliği, egemenlik ve entegrasyona dayalı olarak şekillenmekte olan bölgesel ittifaklar aracılığıyla yeniden düzenleniyor.
Bu bağlamda, Zangezur Koridoru sadece bir ulaşım yolu değil, bir dönüşüm koridorudur. Mackinder’in geçit mantığıyla uyumlu olan koridor, Rusya’nın Heartland’daki hakimiyetini zayıflatırken, Türkiye’nin Rimland’daki varlığını güçlendiriyor ve Azerbaycan’ın bölgesel mimarinin şekillenmesinde egemen rolünü pekiştiriyor. Aynı zamanda Karabağ’ı Türk ve İslam dünyasının geri kalanıyla birleştiren maddi ve sembolik bir köprü görevi görerek Kafkasya’daki mekânsal ve ekonomik bağlantıları yeniden şekillendiriyor.
Bu nedenle, Rusya ile Azerbaycan arasındaki çatışma ikili bir çatışmadan öte bir anlam taşıyor. Friedrich Ratzel’in bir zamanlar “Lebensraum” olarak adlandırdığı bu alan, hayatta kalma ve kimlik üzerine siyasi mücadelenin canlı bir örneği. Ancak sömürgeci geçmişin aksine, Azerbaycan artık büyük güçlerin politikalarının pasif bir nesnesi değil. Kendi jeopolitik kaderini yeniden şekillendiren egemen bir aktör olarak görülmelidir.
Stratejik olarak Azerbaycan, yumuşak güç araçları veya istihbarat karakolları olarak işlev gören Rusça faaliyet gösteren kurumları kapatmak veya reformdan geçirmek için çabalarını hızlandırmalıdır. Aynı zamanda Bakü, hibrit tehditleri caydırmak için Türkiye, İsrail ve Batılı ortaklarıyla savunma ve istihbarat bağlarını derinleştirmelidir. Ekonomik olarak, Zangezur Koridoru’nu bölgesel entegrasyonun bir modeli haline getirmeli, çok uluslu yatırımları davet etmeli ve bunu Orta Asya ve Orta Doğu’da ittifaklar kurmak için kullanmalıdır.
Bu nedenle, Güney Kafkasya’nın geleceği hakimiyette değil, saygı, diplomasi ve bölgesel karşılıklı bağımlılığın dengesinde yatmaktadır. Bu ilke, Immanuel Kant’ın “Sonsuz Barış” adlı eserinde ortaya koyduğu etik vizyonu yansıtmaktadır.
***
Yazar hakkında
Araştırmacı yazar Mehmet Bildik, Askeri ve Stratejik İşler üzerine çalışan bir siyaset bilimcidir. İsrail Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü’nün askeri ve stratejik ilişkiler siber güvenlik programında araştırma görevlisi olarak yer almaktadır. Uluslararası İlişkiler Konseyi ve INSS-İsrail’deki Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi Delegasyonlarının özel tercümanı ve siyasi asistanıdır. Yüksek lisans derecesini Türk Dışişleri Bakanlığının Güvenlik ve Diplomasi bursuna hak kazanmak suretiyle devam ettiği Bükreş Ulusal Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Çalışmaları Okulunda tamamlamıştır.