“Bugünkü Konjonktürde Uygur Sorunu” çalıştayı

* Ankara Kent Konseyi ve Uygur Akademisi iş birliğiyle “Bugünkü Konjonktürde Uygur Sorunu” çalıştayı düzenlendi. Çalıştayda Uygur Türklerinin maruz kaldığı insan hakları ihlalleri, uluslararası hukuk ve diplomasi perspektifinden ele alındı.
* İşte detayı!…
Gazeteci* Fatma Nur Sarıcaoğlu, QHA

Çalıştayın açılış konuşmaları, Ankara Kent Konseyi Başkanı Yılmaz tarafından gerçekleştirildi. Yılmaz, Ankara’nın altı milyonluk nüfusuna rağmen yalnızca bir vilayet olmadığını, tarihî geçmişiyle mazlum milletlere ilham verecek bir “diriliş kenti” olduğunu vurguladı. Yılmaz kentte yaşayan farklı disiplinlerden bireylerin ve soydaşların karşılaştığı sorunların da Ankara’nın sorunu olduğunu söyledi.
Çin hükûmetinin bölgede terör ve aşırılıkla mücadele gerekçesiyle çeşitli baskı politikaları yürüttüğünü belirten Yılmaz, uluslararası insan hakları örgütleri ve bazı devletlerin, toplu gözaltı kampları, dinî ve kültürel kısıtlamalar ve zorla çalıştırma gibi uygulamaları insanlık dışı olarak değerlendirdiğini ifade etti.
Kent Konseyinin farklı disiplinlerden kişileri bir araya getirdiğini ve herkesin söz hakkı olduğu bir dayanışma merkezi oluşturduğunu belirten Yılmaz, “Uygur Akademisi ile ortak düzenlediğimiz çalıştay, kentin doğrudan bir sorunu gibi görünmese de kent sakinlerinin tartışmak istediği ve doğru bilgilendirme zemini oluşturmak istediği bir konuya ev sahipliği yapmak istedik.” dedi.
Yılmaz, Ankara’nın mazlum milletlerin başkenti olma duygusunu yeniden vurguladı. Kendi mücadelesine güvenenlerin tartışmaktan çekinmeyeceğini ifade eden Yılmaz, “Tartışmaktan korkmadığımız duygularımızı özgürce masaya yatıracağımız bir akşamda ev sahibi olmanın onurunu yaşıyorum.” ifadelerini kullandı.
SOYKIRIMCI ÇİN’İN UYGUR TÜRKLERİ ÜZERİNE İDDİALARI
Prof. Dr. Emet ise konuşmasına, “İlk Müslüman Türk devletinin Karahanlılar tarafından kurulduğu, ilk Türk sürgününün yaşandığı, ilk felsefi hukuk kitabı Kutadgu Bilig’in yazıldığı Doğu Türkistan’da; Uygur, Hazar ve Kırgız Türkleri başta olmak üzere yaklaşık 25 milyon Müslüman Türk, Çin yönetiminin baskısı, insan hakları ihlalleri ve zulmüyle topyekûn yok edilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.” ifadeleriyle başladı.
Emet, 2009 yılından bu yana Türkiye’den gazeteciler ve akademisyenlerin Doğu Türkistan’a götürülerek propaganda amaçlı gezdirildiğini belirtti. Bu gezilerde dört ana söylemin öne çıkarıldığını ifade eden Emet, “Birincisi, ‘Uygurlar mutlu, dans ediyor’ algısı yaratılıyor. Giden heyetlere Uygurlar dans ettiriliyor, bu da Çin’in en bilindik dezenformasyon yöntemlerinden biri. Dans toplumsal mutluluğun göstergesi değil, sadece folklorik bir gösteridir.” dedi.
“CAMİLER VAR AMA İÇİNDE CEMAAT YOK”
Emet, ikinci iddianın Uygur Türkçesiyle ilgili olduğunu belirterek, “Sokakta ve çarşıda konuşmak serbesttir ancak 2017’den bu yana anaokulundan üniversiteye kadar eğitimde ana dil tamamen yasaklanmıştır.” ifadelerini kullandı. Üçüncü yalanın, “teknoloji ve araştırmalar gelişiyor” söylemi olduğunu dile getiren Emet, 2010’lardan sonra bu tür araştırmaların ve yayınların tamamen durdurulduğunu vurguladı.
Dördüncü olarak ise din özgürlüğü konusuna değinen Emet, “Camiler var ama içinde cemaat yok, namaz kılmak yasak. Bu durum uluslararası raporlarla da tespit edilmiş durumda.” dedi. Toplama kamplarının inkâr edilmesine de tepki gösteren Emet, kendi 13 akrabasının kamptan çıktığını da sözlerine ekledi.
Emet, Türkiye’de bu konunun daha çok gündeme taşınması gerektiğini vurgulayarak konuşmasını sonlandırdı.
“ÇİN, ÖNCELİKLE ANA DİLİ YASAKLADI”
Uygur Akademisi Başkanı Abbas, “Çin’in Uygur Türklerine Uyguladığı Asimilasyon ve Soykırım Politikaları” isimli sunumu gerçekleştirdi. Abbas, Doğu Türkistan’da Çin’in yürüttüğü asimilasyon ve soykırım politikalarını ayrıntılı biçimde anlattı. 1 Eylül 2017’de yayınlanan bir genelgeyle Uygur Türkçesinin eğitim dilinden kaldırıldığını hatırlatan Abbas, “Bu genelge Çin Anayasası’na aykırı olmasına rağmen, 2017’den sonra Uygur çocukları okullarda yalnızca Çince eğitim almaya başladı. Üç yaşından itibaren ailelerinden koparılan çocuklar yatılı okullara gönderiliyor ve Çinli gibi yetiştiriliyor.” cümlelerini sarf etti.
Abbas, Çin’in dinî özgürlükler üzerindeki baskılarına da değinerek, 2012’den bu yana Doğu Türkistan’daki en az 14 bin caminin yıkıldığını, minarelerin söküldüğünü, dinî kitapların toplanarak imha edildiğini söyledi.
“Camilerin kapısına kartlı giriş sistemi getirdiler. Sadece 60 yaş üstü kişilere izin veriliyor. Pazartesi sabahları camilerde Çin bayrağı töreni yapılması zorunlu hâle getirildi.” diyen Abbas, Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere tüm dinî kitapların toplandığını, evlerin duvarlarına zorunlu propaganda yazıları asıldığını aktardı.
ÇİNLİLER DOĞU TÜRKİSTAN’A GÖÇ ETTİRİLİYOR
Ankara Kent Konseyi Diplomasi Meclisi Başkanı eski Büyükelçi Metin Kılıç, 2009’daki Ürümçi Katliamı’ndan bu yana Doğu Türkistan’a düzenli ziyaretler gerçekleştirdiğini aktardı. Kılıç, 2008’de gittiğinde Ürümçi, Kaşgar ve Turfan’ın geleneksel iki veya dört katlı binalardan oluştuğunu, yolların ağaçlıklı ve konaklama imkânlarının kısıtlı olduğunu belirtti. Kılıç, bölgedeki farklı resmî kurumların farklı saat dilimleri kullandığının, aradaki fark nedeniyle uçak bileti sıkıntısı yaşandığının altını çizdi. Ayrıca Kılıç, 2010 yılına gelindiğinde Turfan’a yoğun Çinli göçü başladığını, restoran ve otellerde çoğunluğun Çinlilerden oluştuğunu dile getirdi.
Kılıç, sosyal önlemler konusunda da gözlemlerini paylaştı. Uygurların Çin’in diğer sanayileşmiş bölgelerine gidip dönmesinin engellendiğini, oturum sisteminin bunu sınırladığını belirtti. Ayrıca Kılıç, üniversite mezunlarının devlet memurluğu sınavını kazanmaları durumunda zorunlu hizmet için Doğu Türkistan’a gönderildiğini ve her köyde bir kişi görevlendirildiğini ifade etti. Eski Büyükelçi bu uygulamalarla gençlerin bölgeden ayrılmasının ve kültürel asimilasyonun kontrol altına alındığını bildirdi.
“BİZ KENDİ KİMLİĞİMİZİ DOĞU TÜRKİSTAN’DA SAVUNUYORUZ”
Türkiye’nin Tahran eski Büyükelçisi Yardım konuşmasında, günümüzde uluslararası kuruluşların tarihle hesaplaşma eğilimi gösterdiğini vurguladı. Birleşmiş Milletler (BM) sisteminde Afrika halklarının hak arayışlarının gündeme geldiğini anımsatan Yardım, Türkleri ilgilendiren meselelerin ise çoğunlukla sessizlik içinde kaldığını belirtti. Eski Büyükelçi, Sibirya’dan Balkanlar’a, Almanya’ya kadar uzanan coğrafyada Türk konularının yeterince gündeme gelmediğine dikkat çekti.
Yardım, Doğu Türkistan meselesinin Türk halkı tarafından uzun yıllardır sahiplenildiğini, 60-70 yıl önceki basında aydınların konuyu öncelikli olarak ele aldığını söyledi. Öte yandan Yardım, bu sorumluluğun hukukî zeminde de karşılığının olması gerektiğini vurguladı; aksi takdirde bunun yalnızca sözle kalınacağını ifade etti.
Çin’le ilişkilerde Türkiye’nin kimliğinin önemli bir etki unsuru olduğunu belirten Yardım, Çin’in asıl olarak Türkiye’nin duruşundan etkilendiğini şu ifadelerle aktardı:
“Herkes şundan emin olmalıdır: Çin Batılı ülkelerden etkileniyor, ancak asıl korktuğu ülke Türkiye’dir. Türkiye’nin kimliği -yani bir Türk kimliğinden söz edecek olursak- ana merkezi Uygurların kendisi ve Doğu Türkistan’dır. Çin bunu anladığında ve biz de niyetimizi doğru bir şekilde anlatabildiğimizde, önemli bir engeli aşmış olacağız. Biz kendi kimliğimizi, Türk kimliğini Doğu Türkistan’da savunuyoruz“.
DÜNYA UYGUR KURULTAYI BAŞKANINDAN ASİMİLASYON MÜHENDİSLİĞİNE KANMAYIN ÇAĞRISI
Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Alavudun sözlerine, bugünkü paylaşımın yalnızca bir insan hakları meselesi olmadığını, insanlığa karşı işlenmiş ve gizlenmeye çalışılan bir trajedi, yani sistematik bir soykırım olduğunu vurgulayarak başladı.
Alavudun, milyonlarca Uygur Türkünün hiçbir suçu olmadan etnik kimliği ve dinî inancı nedeniyle toplama kamplarına hapsedildiğini, kadınların baskıya maruz kaldığını, doğum oranlarının kasten düşürüldüğünü ve çocukların ailelerinden koparılarak Çin’in asimilasyon okullarına yerleştirildiğini ifade etti. Ayrıca cami, medrese ve türbelerin sistematik olarak yıkıldığını, dinî kimliğin hedef alındığını belirten Alavudun, halkın kimlik, dil ve inançlarının zorla silinmeye çalışıldığından söz etti.
Alavudun, Çin’in zulmü gizlemek için sahnelediği propagandaların, toplama kamplarını mesleki eğitim merkezleri olarak pazarlaması, uluslararası basına gösterilen mutlu sahneler, sahte sosyal medya kampanyaları ve diplomatik baskılarla gerçeklerin gizlenmeye çalışılmasını eleştirdi. Alavudun, “Oysa gerçek şudur: Doğu Türkistan’da her sokakta gözetleme sistemleri, yüz tanıma teknolojileri ve evlerde izleme mekanizmaları vardır. Bu bir halka karşı gözetim ve asimilasyon mühendisliğidir.” dedi.
DOĞU TÜRKİSTAN’DA SOYKIRIM YAŞANIYOR, TÜRKİYE’YE DÜŞEN ROL NEDİR?
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) geçmişte bazı milletvekillerinin Doğu Türkistan’daki ihlallere ilişkin araştırma önergeleri sunduğunu hatırlatan Alavudun, Türkiye’nin tarihî sorumluluğuna dikkat çekti. Alavudun ayrıca, Türkiye’nin dil, kültür, inanç ve tarih bağlarıyla Doğu Türkistan’la derin bir kardeşlik ilişkisine sahip olduğunu, bu topluluğun yaşadığı zulmün ulusal vicdanı da etkilediğini belirtti.
Alavudun, dünyanın Doğu Türkistan’ı tanımazken Türkiye’nin sahip çıktığını ve merhum liderler Mehmet Emin Buğra ile İsa Yusuf Alptekin’in bu davası uluslararası platformlara taşıdığını vurguladı. Öte yandan Alavudun, şu an Türkiye’nin Doğu Türkistan meselesinde sessiz kaldığını ve 11 ülke parlamentosunun Çin’in uyguladığı soykırımı tanırken, TBMM’de bu konunun gündeme getirilemediğini şu şekilde ifade etti:
“Birincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Çin’in Doğu Türkistan’da işlediği insanlık suçlarını kınayan, partiler üstü bir deklarasyon hazırlanmalıdır. İkincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında, Doğu Türkistan’da yaşanan hak ihlallerini inceleyecek bir araştırma komisyonu oluşturulmalıdır. Üçüncüsü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygurlara ve diğer Türk topluluklara yönelik uyguladığı soykırımı tanımalı ve bu soykırımın durdurulması için uluslararası platformlardaki gücünü kullanmalıdır. Dördüncüsü, Türkiye, uluslararası platformlarda Doğu Türkistan konusunda etkin bir aktör olmalıdır. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Komisyonu ve Türk Devletleri Teşkilatı gibi kuruluşlarda güçlü bir ses oluşturmalıdır. Beşincisi, Türkiye’de yaşayan Doğu Türkistanlılara Türk vatandaşlığı veya uyum desteği sağlanmalı ve onlara hukuki, eğitimsel, sağlık ve sosyal destekler verilmelidir. İade edilmelerine karşı da her türlü koruma sağlanmalıdır“.
TOPLAMA KAMPLARININ TANIĞI ÇALIŞTAYA DAMGA VURDU
Çin’in sistematik baskı ve asimilasyon araçlarından biri olan toplama kamp şahidi Kalbinur Sıddık, işkence odalarındaki yaşadığı vahşeti anlattı. Sıddık, buraya özellikle 18-45 yaş arasındaki kadınların hapsedildiğini ve genç kızların toplamın yüzde 90’ını oluşturduğunu, 40 yaş üstü kadınların ise yüzde 10’luk bir kısmı kapsadığını belirtti.
Sıddık, kamplarda uygulanan işkencelerin dört temel yöntem; elektronik şok cihazları, darbe makineleri ve çeşitli fiziksel işkenceler ile gerçekleştirildiğini belirterek, “Kampta kalan kadınların saçları zorla kesiliyor. Psikolojik baskıya maruz bırakılıyor ve hamile kadınlar özel olarak hedef alınıyordu. 18-20 yaşlarındaki gençler zorla çalıştırılıyor, maaşları verilse de yaşam koşulları oldukça zordu. Erkeklerin evlerine gözetleyiciler yerleştirilmiş ve özel yaşamlarına müdahale edilmişti; birçok kişiye tecavüz edilmişti.” dedi. Sıddık, kampta geçirdiği süre içerisinde kendisinin de zorla kürtaj edildiğini sözlerine ekledi.
“TÜRKİYE’DE SEVGİYLE KARŞILANDIM”
Sıddık, Doğu Türkistan’da milyonlarca insanın toplama kamplarında tutulduğunu ifade etti. Sıddık toplama kampından çıktıktan sonra yaşadığı işkenceleri 15’ten fazla ülkeye giderek anlattığını ifade etti. Sıddık, kampta yaşadıklarını ve yaptığı şikayetleri dile getirdiğini için 2021 yılında Çinli polislerin kendisini aradığını ve eşinden zorla ayrılması için baskı yaptıklarını aktardı.
İlk kez Türkiye’ye geldiğini ve burada güven içinde karşılandığını söyleyen Sıddık, Türk halkının ve ABD ile Avrupa halkının Doğu Türkistan’a sahip çıkması gerektiğini vurguladı.
Çalıştay, siyasi isimler tarafından bildirilen diplomatik mesajlarla sona erdi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Adana Milletvekili Ayyüce Türkeş Taş, “Söz konusu Doğu Türkistan olunca İsmail Bey Gaspıralı’yı, Mehmet Emin Buğra’yı, Yusuf Ziya Alptekin’i ve babam Başbuğ Alparslan Türkeş’i ve tabii ki Mustafa Kemal Atatürk’ü minnetle ve rahmetle anmamak mümkün değil. Onların ne büyük vizyon sahibi olduğunu ve gerçekten ne büyük hizmetler ettiğini özellikle biz, yani ben kendi adıma söylüyorum ki siyasete girdikten sonra çok daha iyi anladık ve gördük.” ifadelerini kullandı.
Ankara Kent Konseyinde düzenlenen çalıştaya; Tayvan’ın Ankara Büyükelçisi Volkan Chih-Yang Huang, Ankara Kent Konseyi Diplomasi Meclisi Başkanı eski Büyükelçi Metin Kılıç, Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Turguncan Alavudun, Uygur Akademisi Başkanı Reşat Abbas, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkin Emet, Türkiye’nin Tahran eski Büyükelçisi Ümit Yardım katıldı.