enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
00:38
00:32 Kasım ayında temettü verecek 10 şirket
00:28 Bakü, Gazze’ye askeri birlik gönderilmesi için BM kararını bekliyor
00:24 TBMM Başkanı Kurtulmuş, Adıyaman Üniversitesi’nin 2025-2026 Akademik Yılı Açılış Töreni’ndeki konuştu…
00:23 Türkiye sadece platform değil ‘konsept’ de ihraç ediyor
00:23 ABD’nin toplam kamu borcu, 22 Ekim itibarıyla 38 trilyon doları aşarak rekor seviyeye ulaştı.
00:21 Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İstanbul’da Gazze konulu toplantıya ev sahipliği yaptı.
00:06 Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde 2001’de kurulan AK Parti, 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanarak geldiği iktidarda 23 yılı geride bıraktı.
00:06 AK Parti Sözcüsü Çelik: 3 Kasım tarihi bir dönemin açıldığı siyasi bir milattır
00:04 Ekim ayı enflasyon rakamları açıklandı
00:01 Cumhurbaşkanı Erdoğan: Suriye’ye özel bir destek programını başlatıyoruz
17:55 Yargımızın Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Sorunu
07:50 Türk Halk Müziği sanatçısı Mahsun Kırmızıgül Moskova’yı büyüledi
00:47 Almanya, Türkiye’yi “stratejik ortak” olarak görüyor…
00:38 Fatih Sultan Mehmet’in Macar Orban’a döktürdüğü Şahi topu, dünya tarihinde bir devrin kapanışını simgeler.
00:25 İstanbul Ticaret Odası (İTO), Ekimde fiyatı en çok artan ve azalan ürünleri açıkladı…
00:23 TBMM Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam edecek…
00:21 Terörsüz Türkiye’de Gelinen Süreç ve Sonrası
00:11 TFF Başkanı Hacıosmanoğlu: Bahis soruşturması yaklaşık 3 bin 700 sporcuyla devam edecek
00:04 Lübnan Ne Yapmak İstiyor?
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Yargımızın Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Sorunu

Yargımızın Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Sorunu
3 Kasım 2025
7
A+
A-

Cumhuriyet tarihi boyunca yargımızın bağımsızlığı, tarafsızlığı ile ilgili olarak tartışma dışı kaldığı bir dönem olmamıştır. Adaletin tecellisi için yargının hem bağımsız hem de tarafsız olması iki temel esastır. Türk yargısı en baştan bugüne bu iki temelden de yoksun olarak gelmiştir. O sebeple her zaman tartışmanın odağında olmuştur.

Bu durum elbette en çok politik davalarla ilgili olarak yaşanmıştır. Bugün politik davalar sebebiyle yargıya çok ağır eleştiriler yöneltmekle yetinilmiyor, kimi yargı kurumları, bazı savcı ve hakimler doğrudan hedef tahtasına oturtuluyor. Bu, devletin üç temel gücünden biri olan ve toplumda her zaman en yüksek güvene sahip olması gereken yargı için düşünülmesi gereken bir durumdur.

Türk yargısının Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili demokrasiye geçildiği 1950 yılına kadar asgariden de olsa ne bağımsızlığından ne de tarafsızlığından bahsedilebilir. Bu dönemde İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i sükûn Kanunları ve benzerleri hâkim ve savcılardan önlerine gelen davalarda takdir ve inisiyatif kullanma özgürlüğünü alıyordu. Tek seçenek otoritenin istediği, memnun olacağı istikamette karar oluşturmaktı. 1950’den sonra öncesine göre birçok alanda nispeten özgürlükler genişlediyse de yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığında olumlu yönde çok fazla değişiklik olmamıştır.

1960 askeri darbesinden sonra Demokrat Partilileri yargılamak için kurulan Yassı Ada Mahkemeleri ise tam bir komedidir. Üç idamla, birçok Demokrat Partilinin ve bürokratın mahkumiyetiyle sonuçlanan bu mahkemenin kararları millet çoğunluğunun vicdanında hiçbir zaman kabul görmemiştir. Dünya hukuk tarihine sadece ciddiyetsiz mahkeme örneği olarak geçmiştir. Mahkeme başkanının yargıladığı insanlara, “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle karar vermemizi istiyor!” dediği bir mahkeme tarihe başka nasıl geçebilirdi ki?

27 Mayıs Anayasası, geleceğin sağcı/muhafazakâr iktidarlarının inisiyatif ve icraatlarını yargı gücüyle sınırlamak için yargının hem yetkilerini genişletti hem de yargıya bağımsızlık verdi. Özellikle Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek yargı kurumları bu bağımsızlığı, tarafsızlığı ile güçlendiremedi, tersine zayıflattı. Süleyman Demirel, 1960’ların ikinci yarısı boyunca süren iktidarında Danıştayın, hükümet icraatlarını, yürütmenin durdurulması veya iptali kararlarıyla ülkeye hizmeti engellemesinden aralıksız şikâyet etmişti. “Davul benim omzumda, tokmak başkasının elinde” diyordu. Meydanlarda bu yüzden “Bu anayasayla memleket idare edilmez!” diye feryat ediyordu. Gerçekten o dönem Danıştay devlet içinde devlet gibi davranıyordu. 1971 yılında ordunun verdiği 12 Mart Muhtırasıyla iktidardan uzaklaştırılan Demirel’in yerine kurulan Nihat Erim hükümetinin ilk icraatlarından biri 27 Mayıs Anayasa’sının birçok maddesini değiştirmek olmuştur. Bunların içinde yargı bağımsızlığını kısıtlayan maddeler de yer alıyordu.

1980’li, 90’lı yıllar boyunca yüksek yargı tarafsızlığı konusunda çok kötü bir sınav verdi. Paranoyak siyasal gerekçelerle çok sayıda partiyi kapattı. Türkiye bu yüzden daima AB’nin eleştiri ve kınamalarına muhatap oldu. Bülent Ecevit, 80’li yıllarda muhalefette olduğu günlerdeki bir konuşmasında açık açık “yargı bizden” diyebildi. Bir muhalefet liderinin bunu diyebilmesi yargının tarafsızlık diye bir derdinin olmadığının esaslı kanıtlarından biri değil midir? Yine aynı dönemde Ecevit bir koalisyon iktidarının başbakanıyken CHP’li adalet bakanı hâkim ve savcı alımlarında kendisine “hep CHP’lileri işe alıyorsun” dendiğinde “MHP’lileri mi alayım?” demişti.

1990’lar yargının en fazla siyasallaştığı yıllardı. 28 Şubat süreci de bu yıllar içinde cereyan etti. Söz konusu yıllar, yargının tarafsızlığı iyice bir kenara bıraktığı, Genelkurmayın da yönlendirmesiyle sağ / muhafazakâr kişilere ve kurumlara, partilere hukuk kılıfına sokularak laiklik karşıtlığı, şeriatçılık, gericilik gibi gerekçelerle siyasal davalar açıldığı, çok sayıda insanın ve kurumun mağduriyetlerine yol açıldığı bir süreçti. Bu dönemde siyasal arenada en çok başörtüsü sebebiyle ihtilaflar, mücadeleler yaşanıyordu. Toplumun ezici çoğunluğu üniversitelerde başörtüsünün serbest bırakılmasından yanaydı. Ama ordu, yargı ve üniversitelerden oluşan vesayet bu serbestliğe karşıydı. Bu yüzden TBMM bile soruna çözüm üretemiyordu. 2008’de TBMM 411 oyla üniversitelerde türban yasağını kaldıran bir yasa çıkarıyor, ama bir müddet sonra Anayasa mahkemesi bu yasayı iptal ediyordu. Bu dönemde üniversitelerde ve orduda başörtüsü karşıtlığı sebebiyle yaşananlar unutulmaz acılara, mağduriyetlere, gözyaşlarına sebep olmuştu.

2000’lere gelindiğinde özellikle yüksek yargı vesayetin etkisinde görev yapmaya devam ediyordu. 2007’de ordu siyasal iktidara muhtıra verebiliyordu. Muhtıra veren Genelkurmay başkanına kimse bir şey yapamıyordu. Yine 2007 genel seçimlerinde %46,5 oy oranıyla iktidar olmuş bir partiye şeriatçı çabaların odağı olmak suçlamasıyla dava açılıyor ve sonuçta kapatılmaktan kıl payı kurtuluyordu. Yine 2007’de Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilme sürecinde daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hiç gündeme gelmemiş anayasa yorumları devreye sokuldu. Anayasaya göre bir adayın cumhurbaşkanı seçilmesi için ilk iki oturumda nitelikli çoğunluk gerekiyordu. Bu sağlanamazsa üçüncü oturumda salt çoğunlukla seçiliyordu. Ama Abdullah Gül’ün seçiminde ilk oturumda nitelikli çoğunluk şartı dayatıldı.

2008’le, 2016 arasında Türk yargısı FETÖ terör örgütünün kontrolüne geçmişti. Sonradan Türk ordusuna kumpas olduğu ortaya çıkan Ergenekon terör örgütü davaları bu dönem içinde cereyan etti. Genelkurmay başkanı, kuvvet ve ordu komutanları dahil her rütbeden çok sayıda subay bu dava sürecinde uydurma delillerle tutuklandı, yargılandı ve mahkûm edildi. Senelerce hapishanede kaldılar. Ama 2015’te herkes affedildi.

FETÖ yargısı aynı yıllar arasında siyasal iktidara da kumpaslar kurdu. Yargı üzerinden siyasal iktidara darbe yapmayı denedi. İktidara karşı açılan 7 Şubat 2012 MİT davası, 17-25 Aralık 2013 rüşvet ve yolsuzluk susturuculu dava tam bir yargı darbesi teşebbüsüydü. Nihayet 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe kalkışması FETÖ terör örgütünün Türkiye düşmanı başka ülkelerin bir maşası olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Darbe başarılamayınca FETÖ terör örgütü mensubu kamuoyunca tanınan birçok savcı ve hâkim yurt dışına kaçtı. İçerdekilerden büyükçe bir bölümü yakalandılar ve mahkûm edildiler. Ama bugün bu örgütün başta yargı olmak üzere orduda, emniyette ve akademide kripto mensupları bulunmaktadır. Bunlar bulundukları kurumlardan tam olarak ayıklanmadan o kurumların sağlıklı işlediği hususunda hep şüphe bulunacaktır.

Bastırılan 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana geçen 10 yıllık dönemde siyasal iktidar yeni cumhurbaşkanlığı sistemiyle devletin bütün güçleri ve kurumları üzerinde tam egemen durumdadır. Dolayısıyla yargı gücü de buna dahildir. Bu yüzden bugün hiç kimse yargının hususiyle siyasal davalarda çok güzel işlediğini, görevini tıkır tıkır yaptığını, verdiği kararların tarafsızlık ve objektiflik içinde oluşturulduğunu iddia edecek durumda değildir. İktidar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin hukuki bulmayıp düzeltilmesini istediği bazı mahkeme kararlarını bizim anayasa mahkememiz de bu isteğe uyduğu ve buna uygun kararlar oluşturduğu halde bu kararlara uymamıştır.

Ana muhalefet, kendisine bağlı belediyelere, başkanlarına ve bürokratlarına açılan rüşvet ve yolsuzluk davalarını hukuki değil, siyasi davalar olarak görüyor ve siyasal iktidarla birlikte yargıyı da suçluyor. Daha da ileri giderek yargıyı ve yargı mensuplarını tehdit ediyor.

Bir hukuk devletinde yargının bağımsızlığı esastır, temeldir. Buna bağlı olarak yargının tarafsızlığını kanıtlamış olması da aynı derecede önemlidir. Tarafsızlığını kanıtlayamamış bir yargıya hiçbir iktidar bağımsızlık vermek istemezmiş. Bugün yargının tarafsız olmadığından şikâyet eden ana muhalefet yarın iktidar olsa kendisi de yargının tarafsız olmamasından şikâyet etmeyecektir.

Bizim ülkemizde de gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi iktidar ve muhalefetin yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ve toplumdaki güvenilirliği için oturup esaslı bir uzlaşma sağlamalarından başka bir seçenek yoktur.

İki şey bağdaşmaz: Para sevgisi ve dindarlık - DÜŞÜNENLERİN DÜŞÜNCESİ

İsmail ÖZCAN & Eğitimci Yazar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.