Uluslararası Hukuk Açısından Kudüs’ün Statüsü
“Bu yazı, Cuma AĞCA’nın aziz hatırasına ithaf edilmiştir. Cuma Ağabey, “Büyük Ülkü Davası” için verdiği mücadelede silinmez bir iz bırakmıştır. Bunun yanında, hem er kişiliği hem de ruh kişiliği ile daima hatırlanacaktır. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.”
-Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN-
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, kaleme aldığı “Uluslararası Hukuk Açısından Kudüs’ün Statüsü” başlıklı yazısını UHA Haber‘e değerlendirdi.
Raporun 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 sayılı Kararla BM Genel Kurulunda kabulü üzerine, Filistin’de tansiyonun iyice yükseldiğini söyleyen Dr. ÖZARSLAN, bu arada İngiltere 13 Kasım 1948’de, Filistin’deki askerlerini kademeli olarak çekeceğini ve 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin’den tamamen çekilerek manda yönetimini sona erdireceğini beyan ettiğini hatırlattı.
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, şunları söyledi:
“İngiltere’nin Filistin’deki sorunu BM’ye taşıması neticesinde kabul edilen 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 sayılı BM Genel Kurulu Kararı, bahsedildiği üzere Kudüs ile ilgili düzenlemeler de içermektedir. Bu kararda, Filistin’de bir Arap ve bir de Yahudi devleti kurulması, Kudüs’ün de “uluslararası bir rejim (corpus separatum)” altına alınması öngörülmüştür. Kararın Üçüncü Bölümü’ndeki düzenlemeye göre özel bir uluslararası rejime tabi olacak şehir, BM tarafından yönetilecek ve sorumluluğu da BM adına BM’nin ana organlarından biri olan Vesayet Konseyi yüklenecektir. Plana göre Kudüs’e, Vesayet Konseyi tarafından bir vali atanacaktır. Askersizleştirilecek olan şehrin tarafsızlığı ilan edilecek ve bu tarafsızlık korunacaktır. Resmî dilleri Arapça ve İbranice olan Kudüs’te bağımsız bir adalet sistemi kurulacak ve Valilik tarafından özel bir polis kuvveti oluşturulacaktır. Şehirde yaşayanlar “inanç, din, dil, eğitim, basın, toplantı yapma ve dernek kurma, dilekçe” gibi insan haklarından ve özgürlüklerinden yararlanacaklardır. Irk, din ve dil ayrımcılığının yapılmayacağı bu statüde, her toplum kendi okullarında ana diliyle eğitim yapabilecektir”.
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, 10 yıl yürürlükte kalacak olan bu statünün, sürenin sonunda Vesayet Konseyi tarafından değerlendirileceğini, şehirde yaşayanların, istedikleri değişiklikleri referandumda belirtebileceklerini ve Statüye ilişkin bu hükümlerin, BM garantisi altında olacağını ve BM Genel Kurulu’nun onayı olmadan hiçbir değişiklik yapılamayacağını anlattı.
“BM Genel Kurul kararı, tarafları tam olarak tatmin etmemiştir” diyen Dr. ÖZARSLAN, ” Kısa bir süre sonra başlayan “Birinci Arap-İsrail Savaşı” da bu statünün hayata geçmesini engellemiştir. Savaş sonucunda da Kudüs, İsrail ve Ürdün tarafından ele geçirilmiştir. Batı Kudüs İsrail, Doğu Kudüs ise Ürdün hâkimiyetine girmiştir. BM Genel Kurulu, 11 Aralık 1948 tarihli ve 194 sayılı Kararla 181 sayılı Karardaki hükümlere uyulmasını talep etmiştir. İsrail’in, elinde kalan bölgede gerçekleştirdiği seri faaliyetleri (İsrail Yüksek Mahkemesi’nin bölgeye yerleşmesi, İsrail Meclisi Knesset’in burada toplanması ve Devlet Başkanı’nın Batı Kudüs’te yemin etmesi gibi), BM Genel Kurulu’nun yeni bir karar almasına yol açmıştır. 9 Aralık 1949 tarihli ve 303 sayılı bu Kararda, daha önceki 181 ve 194 sayılı Kararlara atıf yapılmış, Vesayet Konseyi’nin gerekli çalışmaları yaparak uygulamaya geçmesi istenmiştir” dedi.
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, şöyle devam etti:
“Karara rağmen İsrail, 23 Ocak 1950’de Kudüs’ü başkent ilan etmiş ve Bakanlar Kurulunu bu bölgeye taşımıştır. Dolayısıyla Kudüs’ün özel statüsü fiilen hayata geçememiştir. 1950-1967 arasında Kudüs, bölünmüş bir şehir olarak kalmıştır. 1967’deki “Altı Gün Savaşı”ndan sonra İsrail, Doğu Kudüs’ü de işgal etmiştir. Akabinde Kudüs’ün şehir planını, Doğu Kudüs’ü de içine alacak şekilde genişletmiş; Belediye Meclisini dağıtmış ve Belediye Başkanı’nı görevden almıştır. İlerleyen süreçte Arap bankaları kapatılıp paralarına el konulmuş; İsrail parası geçerli kabul edilmiş; İsrail vergi sistemi yürürlüğe sokulmuştur. Devlet okullarında İsrail eğitim sistemi uygulanmaya, mahkemelerde İsrail yasaları esas alınmaya başlanmıştır. İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgali üzerine BM Genel Kurulu, 4 Temmuz 1967 tarihli ve 2253 sayılı Karar’la şehrin statüsünün değiştirilmesine yönelik eylemlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Bu önlemlerin geçersiz olduğunu, İsrail’in bu adımlardan vazgeçmesi ve yeni adımlar atmaması gerektiğini vurgulamıştır. Genel Kurul, 14 Temmuz 1967 tarihli ve 2254 sayılı Kararla 2253 sayılı Karara atıf yaparak aynı talepleri tekrarlamıştır. Öte yandan BM Güvenlik Konseyi de 21 Mayıs 1968 tarihli ve 252 sayılı Kararla Genel Kurul kararlarına atıf yapmış ve İsrail’in bu kararların gereğini yerine getirmediğine, Kudüs’ün statüsünü değiştirmemesi gerektiğine işaret etmiştir”.
İsrail’in bu kararları dikkate almaması üzerine Güvenlik Konseyi’nin, 3 Temmuz 1969 tarihli ve 267 sayılı Kararı aldığına dikkat çeken Dr. ÖZARSLAN, 252 sayılı Kararın içeriğiyle aynı olan bu karar, daha sert bir dil kullanmıştır. İzleyen yıllarda Güvenlik Konseyi 15 Eylül 1969 tarihli ve 271 sayılı, 25 Eylül 1971 tarihli ve 298 sayılı Kararları ile bu konudaki tutumunu devam ettirmiştir. 22 Mart 1979 tarihli ve 446 sayılı Karar ile Kudüs de dâhil olmak üzere 1967Sonuç olarak Kudüs’ün statüsüyle ilgili yerleşik kabul, bu statünün bağlayıcı bir etki kazandığını ve İsrail’in bütün eylemlerinin hukuka aykırı olduğunu göstermektedir. Filistin sorununun çözümüne kadar İsrail’in, işaret ettiğimiz kararlardaki statüye uygun hareket etmesi ve bir barış antlaşması yapılana kadar Kudüs’ün uluslararası şehir niteliğini kabul ederek yarattığı fiilî duruma son vermesi gerekmektedir. Ancak İsrail’in meseleye yaklaşımında, uluslararası hukuk kurallarından ziyade kendi devlet politikası esas alınmaktadır. Hukuk tanımaz bu politikanın devam etmesi durumunda ise sadece bölge değil bölgenin sahip olduğu değerler bakımından uluslararası toplumun çok büyük bir bölümü de huzursuzluk yaşamaktadır” dedi.
Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, Kudüs’te, İsrail’in aşama aşama yarattığı fiilî ve hukuka aykırı durum karşısında BM’nin aldığı kararların herhangi bir tesirinin de bugüne kadar olmadığını, BM’nin uluslararası hukuk ihlallerini kayıt altına almasının hukukî bir değeri olmakla birlikte, kendisi için yerleşik kabul anlamına gelen ve bağlayıcılık kazandırdığı kararlarının hayata geçirilememesinin, BM açısından ciddi bir itibar kaybı olarak görüldüğünün altını çizdi.
BM’de işgal edilmiş olan Arap topraklarındaki yerleşimleri incelemek üzere üç kişilik bir komisyonun kurulduğunu belirten Dr. ÖZARSLAN, şöyle aktardı:
“Ancak bu komisyon, İsrail’in engellemesi sebebiyle Filistin’e girememiştir. Bunun üzerine Konsey, 1 Mart 1980 tarihli ve 465 sayılı Kararıyla İsrail’i, komisyonla iş birliğine çağırmıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen İsrail, Ekim 1978’de Kudüs’ü resmen başkent yapmış ve Temmuz 1980’de Doğu Kudüs’ü, Batı Kudüs’e ilhak ettiğini duyurarak Kudüs’ü bir bütün olarak kendi egemenliği altına almıştır. Bu bağlamda BM Güvenlik Konseyi 20 Temmuz 1979 tarihli ve 452 sayılı, 5 Haziran 1980 tarihli ve 471 sayılı, 30 Haziran 1980 tarihli ve 476 sayılı, 20 Ağustos 1980 tarihli ve 478 sayılı, 8 Aralık 1986 tarihli ve 592 sayılı, 22 Aralık 1987 tarihli ve 605 sayılı, 5 Ocak 1988 tarihli ve 607 sayılı, 14 Ocak 1988 tarihli ve 608 sayılı, 6 Temmuz 1989 tarihli ve 636 sayılı, 30 Ağustos 1989 tarihli ve 641 sayılı, 20 Aralık 1990 tarihli ve 681 sayılı, 24 Mayıs 1991 tarihli ve 694 sayılı, 6 Ocak 1992 tarihli ve 726 sayılı, 18 Aralık 1992 tarihli ve 799 sayılı, 7 Ekim 2000 tarihli ve 1322 sayılı, 19 Mayıs 2004 tarihli ve 1544 sayılı, 23 Aralık 2016 tarihli ve 2334 sayılı Kararları aracılığıyla doğrudan veya dolaylı bir şekilde Kudüs’ün statüsüyle ilgili olarak İsrail’in uygulamalarını eleştirmiş ve şehrin uluslararası statüsüne atıf yapmıştır”.
Kudüs’ün statüsüyle ilgili BM kararlarının temelde, BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 sayılı Kararına dayandığını anlatan Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, “Bu karar, hukuki nitelik bakımından bağlayıcılık taşımamaktadır. Bununla birlikte 181 sayılı Karardaki hükümler, gerek Genel Kurulun gerekse ve özellikle Güvenlik Konseyi kararlarının yerleşik bir kabulü hâline gelmiştir. BM Şartı’na bakıldığında BM Genel Kurulu kararlarının bağlayıcılığı oldukça sınırlıdır ancak BM Güvenlik Konseyi bakımından durum daha farklıdır. BM’nin temel amacının uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanması ve korunması olduğu, bu amacın da temel yetkili organ olan Güvenlik Konseyi eliyle yerine getirildiği düşünüldüğünde, bağlayıcı niteliğe sahip olmayan 181 sayılı Kararın Güvenlik Konseyi kararlarına yansıdığı ve Güvenlik Konseyi kararlarındaki dilin de karardaki hükümlere bağlayıcılık atfettiği görülmektedir. Dolayısıyla bağlayıcı niteliğe sahip olmayan bir karardaki hükümler, Güvenlik Konseyi kararlarına konu olarak bağlayıcı bir etkiye kavuşmuştur” dedi.
“Uluslararası toplumun Kudüs’ün uluslararası statüsüne yaptığı atfın altında yatan gerekçe de bu yöndedir. Kudüs’ün İsrail tarafından ilhak edilmesi sürecinde, bölgeye pek çok Yahudi yerleşimci gelmiştir” diye anlatmasına devam eden Dr. ÖZARSLAN, şunları anlattı:
“Bu topraklar, İsrail’e ait olmamasına rağmen İsrail eliyle bu kişilere yerleşim yerleri tahsis edilmesi ve inşa faaliyetleri de hukuka aykırılık teşkil etmektedir. Bu durum, insancıl hukuk (savaş hukuku) kurallarını düzenleyen 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin, özellikle de Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin açık ihlalidir. Zira bu sözleşmelere göre sivil halkın yerinden edilmesi mümkün olmadığı gibi kalıcı ve yeni askerî ve sivil yerleşimler kurulması da söz konusu olamaz. Bunun yanında Araplara yönelik kitlesel tutuklama ve cezalandırma, konutların yıkımı, işkence ve kötü muamele gibi pek çok uygulama, İsrail’in de taraf olduğu Cenevre Sözleşmelerine aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca tüm bu eylemler, uluslararası hukukun bağlayıcı kaynakları arasında yer alan uluslararası örf-âdet kurallarıyla da uyumlu değildir. Dolayısıyla İsrail’in hukuka aykırı eylemleri, yalnızca Kudüs’ün ilhakıyla sınırlı değildir. Kendi vatandaşlarını bölgeye taşıması ve iskân ettirmesi, yaptığı idari ve cezai uygulamalar da açık hukuki ihlâllerdir. İsrail’in gayrımeşru uygulamalarında, arkasındaki en büyük destek ABD’dir. Gerçekten de ABD, hemen her dönem bu açık desteğini hissettirmiş ve/veya göstermiştir. Bu sebeple konunun ABD’nin Orta Doğu’daki ve yeryüzündeki emelleriyle de yakın alakası bulunduğu, sıklıkla gündeme getirilmelidir. Nitekim özellikle son dönemde ABD Başkanı Trump eliyle bazı uygulamalar gerçekleştirilmiş (Kudüs’ün İsrail’in başkenti kabul edilmesi, İsrail’e ait Golan Tepelerinin İsrail tarafından ilhakının onaylanması), yeni ABD Başkanı Joe Biden ile de İsrail’e olan destek, resmî yollardan açıkça ilan edilmiştir. Dolayısıyla ABD’nin meseleye yaklaşımı, bir kez daha somutlaşmıştır”.
“ABD’nin bu uygulamaları karşısındaki “Arap tepkisizliği” de dikkatlerden kaçmamaktadır” diyen Dr. Bahadır Bumin ÖZARSLAN, anlatımını şu sözlerle noktaladı:
“Bu durumda Türkiye’nin İslam âlemi içinde daha çok rol alması önem taşımaktadır. Zira meseleyi bu düzeyde sahiplenebilecek ve etkin politika izleyebilecek bir devlet ya da uluslararası örgüt bulunmamaktadır. Nitekim Trump döneminde alınan Kudüs kararı sonrası Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyindeki girişiminin ABD vetosu sebebiyle engellenmesi üzerine, Türkiye’nin BM Genel Kurulundan karar çıkartması, son derece yerinde olmuştur. Türkiye’nin uluslararası toplum içindeki özgül ağırlığını bir kez daha ortaya çıkaran bu girişime benzer diplomatik adımların sıklaştırılması oldukça önemlidir. Bu çerçevede Türkiye’nin zaman zaman kullandığı, “Dünya, beşten büyüktür.” yaklaşımının yanında, uluslararası toplumun diğer üyelerini ve özellikle BM Güvenlik Konseyinin diğer daimî üyelerini yanına çekmek için yalnızca Filistin meselesinde değil diğer konularda da Türkiye’nin “Dünya, ABD’den büyüktür.” ve “Dünya, İsrail’den büyüktür.” anlayışına öncülük etmesi, isabetli olacaktır”.
***
Yazar hakkında
Bahadır Bumin Özarslan 1976 yılında İzmir’de doğmuştur, 2000 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı fakültede uluslararası hukuk alanında yüksek lisans yaptı. Dil eğitimi için, Millî Eğitim Bakanlığı bursuyla 2009-2010 eğitim-öğretim yılında, Rusya Federasyonu Moskova Pedagoji Devlet Üniversitesi’nde eğitim gördü. Doktorasını ise 2012 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Kamu Hukuku Bölümü’nde yaptı. BAHADIR BUMİN ÖZARSLAN ÇALIŞMA HAYATI Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Temsilciliği görevinin yanısı Üniversite Senatosu ve Yönetim Kurulu Öğretim Görevlisi Temsilciliği yapmaktadır. Serbest avukatlık , Türk dünyası ekonomik ve siyasal ilişkiler konusunda araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. Hacettepe üniversitesi hukuk fakültesinde öğretim görevlisi olarak bulunmuştur. 50’nin üzerinde yayımlanmış makalesi ve 4 kitabı mevcuttur.