İsrail’in Sınır Tanımazlığında Yeni Boyut: Katar Saldırısı

* Siyonist yönetim, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran’a çok sayıda saldırı gerçekleştirmiştir. Doha’daki saldırıyı diğerleriyle kıyaslandığında farklı kılan temel husus ise hedef ülkenin Tel Aviv nezdindeki konumudur.
* İşte detayları!…
UHA/ İnternational News Agency
Muhammed Hüseyin Mercan, SETA Araştırmacı
İSTANBUL, 18 EYLÜL 2025
İşgal devletinin Katar’ın başkenti Doha’da Hamas’ın lider kadrosunu hedef alan saldırısı Ortadoğu siyasetinde 7 Ekim 2023 sonrası ciddi dönüşümleri tetikleyebilecek önemli gelişmelerden biri olarak kayıtlara geçmiştir. Tel Aviv’in pervasız ve sınır tanımaz saldırganlığının devamı mahiyetindeki bu eylem zamanlamadan ziyade hadisenin gerçekleştiği yer nedeniyle oldukça stratejik bir anlamı bünyesinde barındırmakta ve İran’a yönelik saldırıların ardından bölgede yeni bir milat kabul edilebilecek niteliktedir.
Bilindiği üzere geride kalan iki yıllık süre zarfında Siyonist yönetim, Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve İran’a çok sayıda saldırı gerçekleştirmiştir. Doha’daki saldırıyı diğerleriyle kıyaslandığında farklı kılan temel husus ise hedef ülkenin Tel Aviv nezdindeki konumudur. Mezkur ülkelerin tamamının işgal devleti tarafından tehdit unsuru şeklinde algılandığı dikkate alındığında Katar’ın egemenliğini ihlal eden bu saldırı aynı zamanda Siyonist yönetim için de yeni bir stratejinin uygulamaya alındığının göstergesidir. Nitekim Binyamin Netanyahu ve aşırıcı üyelerden müteşekkil kabinesi ilk defa düşmanlık ilişkisine sahip olmadığı ve ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiklerinden birini hedef alarak ezber bozucu bir siyasi pratik ortaya koymuştur.
Saldırının Amacı ve Stratejik Bağlamı
Siyonist yönetimin üst düzey yöneticileri uzun süredir Hamas’ın lider kadrosunu tehdit etmekteydi. Aksa Tufanı Operasyonu ile meydana gelen psikolojik kırılmayla dünya genelinde algıların değişmesi, Tel Aviv’in bu süreçte epistemolojik üstünlüğünü kaybetmesi ve Gazze’deki halkın tüm imkansızlıklara rağmen kararlı duruşunu sürdürmesi, Hamas’ın bitirilmesine yönelik tüm iddiaların boşa düşmesini beraberinde getirdi. Gazze’yi ilhak ederek teopolitik düzen tasavvurunu hayata geçirmek için kritik bir eşiği daha aşmayı planlayan Netanyahu ve ekibi uluslararası kamuoyunda yükselen tepkilere kulak asmaksızın Hamas’ı ortadan kaldırma ideali çerçevesinde tarihin en kanlı soykırımlarından birini fasılasız bir şekilde devam ettirdi. Siyonist yönetici ve elitler, Filistin siyasallığının pekişmesi ve direnişin güçlenmesinde Hamas’ın rolünü gayet iyi bildiklerinden her türlü saldırganlık ve vahşet örneğinin sergilendiği son iki yıllık zaman diliminde Hamas’ın örgütsel ve ideolojik yapısını dağıtmayı öncelikli hedef olarak benimsediler. Hareketin ikinci ismi Salih Aruri’ye ve lider İsmail Heniyye’ye yapılan suikastlar Hamas’ın insicamını bozarak Gazze ve hatta Filistin’deki direniş ruhunu zayıflatma girişimiydi. Heniyye’nin şehadetinin Hamas üzerinde beklenen olumsuz etkiyi oluşturmaması ve Yahya Sinvar liderliğinde direnişin daha güçlü bir söylem üretmesi Tel Aviv için daha büyük bir tehlike anlamına gelmekteydi. Özellikle Heniyye sonrası hareketin lider kadrosunun tamamını tasfiye etmeye yönelik hamlelerin tüm dünya genelinde yapılacağının defaatle ilan edilmesi, Siyonist yönetimin Hamas’a sadece örgütsel bazda değil fikri zeminde de büyük bir darbe vurma arzusunun yansımasıydı.
Yahya Sinvar ve Hamas’a dair tüm tezviratların zaman içinde çökmesi ve Sinvar’ın cephede işgalci kuvvetlere karşı savaşırken şehit düşmesi, Hamas’ın siyasal perspektifinin küresel çapta daha geniş etki uyandırmasına yol açtı. İşgal devletinin en ağır silahlarla ve açlıkla Gazze’yi yok etme girişimine rağmen Filistinlilerin kararlı direnişi ve Hamas’ın ilkelerinden taviz vermeksizin yürüttüğü müzakere süreci, sahada büyük üstünlük elde etse dahi Tel Aviv’in küresel zeminde yüzleştiği stratejik mağlubiyeti derinleştirdi. Bundan mütevellit Netanyahu ve ekibi daha radikal bir kararla Hamas’ın önde gelen isimlerini bir anda ortadan kaldırma yolunu kendi stratejilerine ulaşmak ve kazanımlarının güncellemek için en kestirme yol olarak gördü. Gazze’de hareket alanının her geçen gün daha da daralması ve Kassam Tugaylarının komuta kademesinde yaşanan önemli kayıplar Siyonist yönetimin Gazze’yi ilhaka yaklaştıran hususlardı. Bununla birlikte Hamas’ın örgütsel bütünlüğünü koruması ve hareket üzerinde etkisi bulunan karizmatik isimlerin varlığı işgalciye karşı direnişin farklı ortamlarda ve suretlerde yürütülmesi anlamına gelecekti. Oysa Hamas liderliğinin büyük kısmını tek bir seferde ortadan kaldırmak hareketin çözülmesini hızlandırabilecek ve Gazze’deki direnişin kırılmasına yol açabilecekti. Böylece hareketin bütünlüğü koruyarak ayakta kalması oldukça zor hale geleceği gibi ideolojik savrulmalar yaşaması da mümkün olacaktı.
Doha’daki saldırının bu stratejik hedefinin yanı sıra elbette ateşkes müzakerelerini akamete uğratma yönü de söz konusudur. Netanyahu siyasal varlığını sürdürebilmek için şiddeti körüklemek ve saldırganlığının sınırlarını genişletmek zorunda kaldığı bir noktaya gelmiştir. Aksa Tufanı’nın başından itibaren iç kamuoyuna sunulan çerçevede hiçbir başarının elde edilememesi ve küresel alanda kaybedilen imaj, Netanyahu ve ekibinin görece mutedil bir siyaset tarzına döndüğünde iç siyasette büyük krizler yaşamasına yol açacaktır. Bundan dolayı Netanyahu hükümeti, Gazze’nin ilhakını tamamlayana dek ABD ve ana akım Avrupalı devletlerin desteğini kaybetmemek için yeni saldırılarla bir konsolidasyon stratejisi izlemektedir. Siyonist yöneticilerin dini referanslarla savaşı bölgeye yayma konusundaki çabalarının altında kendi pozisyonlarını muhafaza etme davranışı net bir şekilde görülmektedir.
ABD Başkanı Donald Trump tarafından sunulan ateşkes metninin istişaresi için toplanan heyetin hedef alınması elbette Netanyahu ve ekibinin saldırganlığı sona erdirmeyi istemediklerinin en açık göstergesidir. Bu yolla Siyonist yönetim işgal sınırlarını genişletmek için her türlü adımı atmaktan imtina etmeyeceklerinin ve Hamas yetkililerine yönelik saldırıların umulmadık yerlerde de yapılabileceğinin mesajını vermeye çalışmıştır. Ayrıca ABD’nin süreçte rolü olmaksızın böyle bir eylemin gerçekleşme ihtimalinin zayıflığı düşünüldüğünde Beyaz Saray’ın işgal devletinin çıkarları için ihtiyaç durumunda yakın müttefiklerinin birçoğuna karşı benzer bir tutumu sergileyebileceği de net bir şekilde görülmüştür.
Katar’ın İzlemesi Gereken Yol Haritası
İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yisrael Katz, Doha’daki saldırının ana mimarları olarak sadece Hamas’a değil aynı zamanda Hamas’ın en büyük destekçilerinden Katar’a da büyük bir meydan okuma gerçekleştirmiştir. Tel Aviv’in doğrudan tehdit olarak görmediği ve Beyaz Saray’ın en yakın müttefiklerinden olan Katar’a yapılan bu saldırı bölgesel aktörlerin Siyonist yönetime karşı daha güçlü adımlar atmasını zorunlu kılmaktadır. Filistin haricinde Suriye ve Lübnan’da topraklarını genişletmeye çalışan, Yemen, Irak ve İran’daki saldırılarıyla Ortadoğu’daki siyasal statükoyu yeniden tahkim etmeyi amaçlayan Netanyahu ve ekibi, Doha saldırısıyla mevcut paradigmanın dışına çıkan bir eylemin altına imza atmıştır. ABD müttefiklerinin dokunulmazlığı algısını sarsan bu saldırı önümüzdeki dönemde menfi ya da müspet birçok neticeye kapı aralayacak bir dönüm noktası mahiyetindedir.
İşgal devletinin hava kuvvetlerine ait çok sayıda savaş uçağının katettiği mesafe ve hava sahası kullanılan ülkelerin sayısı dikkate alındığında bu durumun Doha-Washington hattında bir güven problemine dönüşmesi de ihtimal dahilindedir. Buna ek olarak mezkur saldırının Körfez ya da Arap dünyasında ikili ilişkilerde de benzer bir soruna yol açması mümkündür. İtidalli tavrıyla bölgedeki birçok krizin çözülmesine yönelik kayda değer bir çaba ortaya koyan Katar’ın egemenlik hakları ihlal edilerek bir saldırıya maruz kalması Doha’nın gelecek dönemde bölgedeki konumunu da olumsuz etkileyebilecek bir vakıadır. Bu nedenle Katar’ın “misilleme hakkını saklı tutma” seçeneğini sadece bir söylem şeklinde lanse etmemesi aksine caydırıcı adımlar konusunda gerçekçi bir yol haritası belirlemesi gerekmektedir.
Ortadoğu’nun ciddi bir dönüşümden geçtiği ve bu süreçte belirleyici bir aktör rolünü üstlenen Katar’a yapılan bu saldırı Doha’nın siyasal imkanları ve sınırları bakımından çetin bir sınavla yüzleşmesi demektir. İşgal devletine karşı siyasi, hukuki, diplomatik ve ekonomik alanlarda güçlü bir cevap verme stratejisini hayata geçirmemesi halinde bu durum Katar’ın bölge siyasetindeki etkin rolüne ciddi zarar verecektir. Sadece Filistin’de değil aynı zamanda Suriye’deki yeniden yapılanma sürecinde Katar’ın üstleneceği misyon oldukça sınırlı kalacak ve bu durum belki de Körfez’deki güç dengesinin tedrici ve Doha yönetimi aleyhine olacak şekilde değişmesini beraberinde getirecektir. Bundan ötürü Doha için Tel Aviv’e karşı çok daha sert bir tutum sergilemek ve bu yolla Arap dünyasını hızlı bir şekilde mobilize etmek mevcut koşullarda yegane seçenektir. Ayrıca saldırının ABD boyutu göz ardı edilmemeli ve Beyaz Saray’a böyle bir saldırıdan –haberi ya da müdahilliği olmasa dahi– ötürü güçlü mesajlar verilmelidir. Trump’ın bu saldırıdan haberi varsa bu durumda Katar, ABD ile müttefiklik ilişkisini yeniden değerlendirmeye açarak gerekirse radikal bir hamleyle ülkesindeki Amerikan üssünü kapatmaya yönelik bazı girişimlerde bulunmalıdır. Eğer Amerikan yönetiminin saldırıdan gerçekten haberi yoksa Doha’nın yapması gereken Trump üzerinde kuracağı baskıyla Netanyahu ve ekibinin üzerindeki etkisini artırmasını ve ateşkesin sağlanması için Tel Aviv’e güçlü bir ültimatom vermesini talep etmektir.
7 Ekim sonrası süreçte çıkarılan derslerin başında işgal devletine karşı “stratejik sabır” siyasetinin bir kazanç sağlamadığı gelmektedir. Bu nedenle Doha yönetimi elindeki finansal gücü de kullanarak Tel Aviv’in sınırlanması ve Batı dünyasının daha tutarlı bir yol benimsemesi için çok daha aktif bir siyaset izlemelidir. Gazze’de ateşkesin tesis edilmesi için uluslararası inisiyatiflere güçlü destek ve ablukanın kırılması amacıyla Doha’nın atacağı adımlar şüphesiz söz konusu saldırıya karşı en büyük ve etkili misillemesi olacaktır. Doha’nın bu süreçte sessiz kalmayı tercih etmesi ise Gazze’de ve bölge genelinde krizin derinleşmesiyle sonuçlanacak ve Katar, Ortadoğu’nun siyasal denkleminde ciddi bir pozisyon kaybetme riskiyle yüzleşecektir.
***
Yazar hakkında
Muhammed Hüseyin Mercan: 2008 yılında Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimini, 2011’de ise Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında “Suriye Dış Politikası ve Ulusal Çıkar: 1990- 2010” başlıklı tez çalışmasıyla yüksek lisans eğitimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler programında yürüttüğü doktora çalışmasını “İslami Hareketin Kurumsallaşma Sorunu Işığında Müslüman Kardeşler Teşkilatı” başlıklı tezle 2017’de tamamladı. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Mercan, genel itibarıyla Orta Doğu siyaseti üzerine araştırmalar yapmaktadır. Bu alanda ulusal ve uluslararası düzeyde çeşitli akademik makaleler kaleme alan Mercan’ın Suriye: Rejim ve Dış Politika ve Müslüman Kardeşler’in Yükselişi ve Düşüşü başlıklı iki kitabı ile Transformation of the Muslim World in the 21st Century, Orta Doğu’nun Ekonomi Politiği (Taha Eğri ile) ve Arap Ayaklanmalarını Yeniden Düşünmek (Mesut Özcan ile) başlıklı derlemeleri bulunmaktadır.