enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
00:54 Cumhurbaşkanı Erdoğan, İngiltere Başbakanı Starmer ile görüştü
00:49 İsrail ve Yunanistan bu gelişmeyi, sadece güvenlik değil, nüfuz mücadelesi açısından da kritik bir eşik olarak okuyor…
00:41 Rusya-Ukrayna Arasında Barış Neden Sağlanamıyor?
00:41 İslamofobi mi Yoksa İslam Düşmanlığı mı?
00:41 Bakan Uraloğlu: “Taşınabilir Elektronik Cihazlarla İlgili Uluslararası Kurallara Titizlikle Uyulması Gerekiyor”
00:33 Rusya’da bilime ve akla yatırım
00:28 Bakan Yerlikaya Suriye İçişleri Bakanı Hattab ile görüştü
00:20 Bakanlıktan, otel yangınıyla ilgili eski İş Başmüfettişi hakkında soruşturma izni
00:17 WWF’ten plastik kirliliğine karşı güçlü ve hukuken bağlayıcı bir küresel anlaşma çağrısı
00:15 Devlet Bahçeli: Türkiye terör musibetinden kalıcı olarak kurtulacaktır
00:06 Milli İstihbarat Akademisi, İsrail ile İran arasındaki savaşı raporlaştırdı
07:16 Türkiye’de son günlerde yaşanan orman yangınlarıyla mücadeleye destek vermek isteyen vatandaşlar, CİMER’e başvurdu
06:41 Azerbaycan-Suriye Enerji Koridoru
06:26 Eskişehir’deki orman yangınında şehit olan AKUT gönüllüsü Tekin Enes Sarıyıldız’ın mezun olduğu okuldan alamadığı diploması, ailesine teslim edildi
00:56 İskoçya Başbakanı Gazze’deki durumu “soykırım” olarak nitelendirdi
00:52 Trump’ın konuşlandırma emrinin ardından… Amerikan nükleer denizaltıları hakkında ne biliyoruz?
00:46 Yorum: Paşinyan’ın son açıklamaları ışığında gerçek Ermenistan ve Anayasa Değişikliği
00:38 Gazze ateşkesi: ‘Kapsamlı anlaşma’ konuşmaları, durgunlaşan müzakereleri harekete geçirebilir mi?
00:38 Yıllık izinlerini memleketlerinde geçiren gurbetçilerin yaşadıkları ülkelere dönüş yolculuğu başladı
00:26 İzmir’de, su tüketiminin yoğun olduğu bölgelerde 6 Ağustos’tan itibaren 6 saatlik su kesintisi yapılacak…
TÜMÜNÜ GÖSTER →

İslamofobi mi Yoksa İslam Düşmanlığı mı?

İslamofobi mi Yoksa İslam Düşmanlığı mı?
5 Ağustos 2025
6
A+
A-

* Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi, İslam’ın devlet yapısındaki kurucu rolü ile şekillenirken, modern dönemde İslam’a yönelik bilinçli bir düşmanlık ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktadır.

-Hüseyin ARSLAN-

* İşte detayları!…

UHA/ İnternational News Agency

Hüseyin Arslan | Yazar | Kriter Dergi

Hüseyin ARSLAN, SETA Araştırmacı

ANKARA, 05 AĞUSTOS 2025 –

Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN SETA için “İslamofobi mi Yoksa İslam Düşmanlığı mı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

SETA Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN,”İslamofobi mi Yoksa İslam Düşmanlığı mı?” başlıklı yazısında, Düvel-i Muazzama olarak adlandırılan sömürgeci Batılı güçlere karşı verilen İstiklal Harbinin, sadece bir toprak savunması olmayıp İslam coğrafyası ile hilafet kurumunun bekası adına yürütülen ve İslam’ı merkeze alan bir mücadele olarak başladığına dikkat çekti.

Hüseyin ARSLAN, bu yönüyle Milli Mücadele askeri ve siyasi bir bağımsızlık savaşıyla birlikte ümmet bilincini diri tutan, dini aidiyetin mobilize edici rolünü göz ardı etmeyen bir İstiklal hareketi niteliği taşıdığının altını çizdi.

Mustafa Kemal Paşa’nın dindar biri olmadığının çeşitli konuşmalarında ve hatıralarında dile getirdiği ifadelerle açıkça bilindiğini söyleyen ARSLAN, “Fakat buna rağmen dönemin toplumsal dokusunu ve halkın değer dünyasını göz ardı etmeden hareket ettiği; mücadelenin meşruiyet zeminini geniş kitleler nezdinde sağlayabilmek için İslam’ı merkeze alan bir söylem kurduğu da görülmektedir. Nitekim İstiklal Harbi’nin gayesi dönemin kamuoyuna çoğu zaman Halife’nin kurtarılması şeklinde sunulmuştur. Bu tutum hem içerideki dini duyarlılığa hem de hilafet makamına bağlı olan İslam dünyasına yönelik bir diplomatik mesaj niteliği taşımıştır” dedi.

İslam’ın Türkiye’deki Kurucu Rolü

SETA Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN, Savaşın başarıyla sonuçlanmasının ardından 1921 Anayasası ile birlikte yeni kurulan devletin meşruiyetinin kaynağının halk olarak belirlendiğini; “Hâkimiyet bilâ kayd ü şart milletindir” ilkesi benimsendiği dile getirdi.

Hüseyin ARSLAN, şunları söyledi:

“Söz konusu halk egemenliği anlayışı İslami referanslarla örtüşen ve birbirini dışlamayan bir yapıda sunulmuştur. Osmanlı Devleti’nin son dönemindeki Meşrutiyet Meclisi’nde yer alan gayrimüslim vekillerin etkisiyle dini sembollerin çok sınırlı düzeyde yer aldığı görülürken; 23 Nisan 1920’de açılan Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi, Meşrutiyet Meclisi’nin tam aksine dini sembolizmle örülü bir siyasal atmosferde faaliyete geçmiştir.

Meclisin açılışı Cuma gününe denk getirilmiş; bu özel gün hatim ve dualarla, kurbanlar kesilerek, adeta bir dini merasim havasında gerçekleştirilmiştir. Meclis başkanlık kürsüsünün arkasına yerleştirilen Şûrâ Suresi’nin 38. ayet-i kerimesine (“Aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler”) ait levha siyasal egemenliğin dayandığı ilahi ilkeye atıf niteliğindedir”.

Meclis binasının dış cephesine asılan sancak-ı şerif ve diğer dini sembollerin de bu dini atmosferi pekiştirdiğine vurgu yapan ARSLAN, “Bununla birlikte meclisteki milletvekilleri arasında medrese ve tekke kökenli isimlerin ağırlıkta olması o dönemin sosyopolitik tablosunu net biçimde yansıtmaktadır” dedi.

SETA Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN, Mecliste, Şeyhülislâmlığın Ankara’daki yansıması olarak görev yapan Şer’iye ve Evkaf Vekaletinin yalnızca sembolik bir figür olmayıp dini işlerin yönetiminden ve İslami mirasın korunmasından doğrudan sorumlu bir kurum olduğunu hatırlatarak, Meclis içerisinde yer alan Şer’iye Encümeninin çıkarılan kanunların şeriata uygunluğunu denetlemekle yetkili olduğunu ve bu durumun Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin yapısında İslam’ın kurumsal bir yerinin olduğunu açıkça gösterdiğini belirtti.

“29 Ekim 1923’te, 1921 Anayasası’na yapılan değişiklikle ilk maddede devletin yönetim biçiminin Cumhuriyet olduğu belirtilmiş, ardından gelen ikinci maddede ise ‘Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır‘ ifadesine yer verilmiş ve bu hüküm olduğu gibi 1924 Anayasası’na da aktarılmıştır” diyen “Hüseyin ARSLAN, Bu hüküm Cumhuriyet’in ilk yıllarında anayasal düzeyde bir İslam devleti karakteri taşıdığını göstermektedir. Aynı anayasanın 26. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni “ahkâm-ı şer’iyenin tenfizi” yani şer’i hükümlerin uygulanmasından sorumlu kılmaktaydı. Bu görev tanımı, meclisin yasama faaliyetlerinin dini esaslara uygunluğunu sağlama amacı taşıyordu.

SETA Araştırmacısı ARSLAN, “Ayrıca Anayasa’nın 38. maddesi Reisicumhur’un (Cumhurbaşkanı’nın) yemin metninde dini referanslara genişçe yer vermekteydi. Cumhurbaşkanı şu şekilde yemin etmekle yükümlüydü: “Reisicumhur sıfatı ile Cumhuriyetin kanunlarına ve hâkimiyet-i milliyye esaslarına riayet ve bunları müdafaa, Türk milletinin saadetine sadıkane ve bütün kuvvetimle sarf-ı mesai, Türk devletine teveccüh edecek her tehlikeyi kemal-i şiddetle men, Türkiye’nin şan ve şerefini vikaye ve ilaya ve deruhde ettiğim vazifenin icabatına hasr-ı nefs etmekten ayrılmayacağıma vallahi.” Milletvekillerinin de benzer şekilde “Vallahi” diyerek yemin etmeleri zorunlu kılınmış ve bu yemin tarzı devletin kurucu iradesinde dinin hâlâ ne derece merkezi olduğunu göstermiştir” dedi.

İslamofobi mi Yoksa Bilinçli Düşmanlık mı?

Türkiye’de İslam hem tarihsel hem de toplumsal düzeyde bir kurucu unsur olduğu görülmesine rağmen modern dönemde bazı çevreler tarafından sistematik biçimde dışlanan ve zaman zaman açıkça hedef alınan bir değer haline geldiğine dikkat çeken Hüseyin ARSLAN, şöyle devam etti:

“Yakın dönemde Leman dergisinde yayımlanan bir karikatür, İTÜ’de bir grup öğrencinin ayet-i kerime içeren bir pankarta müdahalesi ve bazı imam hatip ortaokulu öğrencilerinin lise giriş sınavındaki başarılarına yönelik karalama ve iftira kampanyaları dini değerlere yönelik düşmanlık eğiliminin güncel ve çarpıcı örnekleri olarak kamuoyunun gündemine gelmiştir. Bu tarz eylemler, dini sembolleri ve başarıları küçümsemeyi, alaya almayı ve marjinalleştirmeyi amaçlayan bilinçli ve saldırgan yaklaşımlar olarak değerlendirilmelidir.

Bu tür tutumlar kamuoyunda çoğunlukla “İslamofobi” kavramı ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Lakin burada kavramsal düzeyde ciddi bir belirsizlik ve yetersizlik mevcuttur. Zira İslamofobi, Batı literatüründe İslam dinine, Müslüman bireylere ve İslami değerlere karşı duyulan önyargı, korku, nefret veya ayrımcılık şeklinde tanımlanan geniş kapsamlı bir olguyu ifade etmektedir. Bu tanım ilk bakışta kapsayıcı gibi görünse de çoğu zaman İslam’ı “potansiyel bir tehdit” olarak konumlandıran Batı merkezli kültürel ve politik önyargılarla iç içe geçmiş bir anlayışı meşrulaştırma riski taşımaktadır”.

SETA Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN, İslamofobi kavramı farkında olunmadan ya da dolaylı biçimde İslam dinini problemli, tehlikeli ya da irrasyonel bir inanç sistemi gibi göstermeye yatkın bir söylemsel zemine sahip olduğunu belirterek, bu durumun İslam’ın hakikat iddiasını, kemal anlayışını ve ilahi mesajını gölgeleyerek dini salt bireysel bir inanç tercihine indirgeme yönünde bir anlam daralmasına yol açtığına işaret etti.

ARSLAN, “Halbuki İslam, Müslümanlar açısından ilahi kaynaklı, eksiksiz ve kemale erdirilmiş bir dindir. Bu nedenle İslam’a yöneltilen her türden sistematik saldırı ve küçültücü söylem sadece bir önyargı ya da korku ifadesi olarak değil; doğrudan bir ideolojik saldırı yani düşmanlık olarak değerlendirilmelidir”nde aktardı.

“Bu tür bilinçli ve organize söylem ve eylemleri bir tek “İslamofobi” kavramı üzerinden tanımlamak eksik ve hatta yanıltıcıdır” diyen Hüseyin ARSLAN, “Bugün özellikle medya, sanat ve akademi gibi kamusal alanlarda karşılaşılan bazı tutumlar, “fobi” gibi edilgen ve irrasyonel bir tepki olmaktan ziyade planlı, hesaplı ve düşmanca bir stratejinin parçası olarak şekillenmektedir. Bu durum kavramsal düzeyde “İslam düşmanlığı” (Islam-enemy) şeklinde isimlendirilmeli ve analiz edilmelidir. Zira burada söz konusu olan bireysel bilinçdışı korkular değil; bilinçli olarak inşa edilen bir karşıtlık söylemi” olduğunu vurguladı.

ARSLAN, İslam düşmanlığının çoğu zaman sekülerlik, sanat özgürlüğü ya da eleştirel düşünce gibi meşru görünen kavramların ardına saklanarak dini değerlerin kamusal temsiline doğrudan saldıran bir mahiyet kazandığını dile getirerek, bu saldırıların kimi zaman sembolik düzeyde kalmayıp Müslümanların kamusal alandaki varlıklarına, sosyal temsillerine ve din temelli söylemlerine karşı sistematik bir ayrımcılığın kapısını araladığının altını çizdi.

SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Araştırmacısı Hüseyin ARSLAN, Türkiye gibi İslam’ın köklerinin derin olduğu bir ülkede bu tür yaklaşımların yalnızca ifade özgürlüğü ya da hoşgörüsüzlük sorunu olarak ele alınamayacağını hatırlatarak, sözlerini şöyle noktaladı:

“Bu durum aynı zamanda toplumsal barışı tehdit eden ve ortak değerler etrafında kurulan birlikte yaşama iradesini örseleyen bir ayrımcılık biçimidir. Bu nedenle söz konusu düşmanca eğilimlere karşı kurumsal, kültürel ve entelektüel düzeyde daha net bir tutum alınması gerekmektedir. Aksi hâlde dini değerlere yönelik sistematik saldırılar olağanlaştırılacak ve kamusal alanın sekülerleşmesi adı altında dinin ve dindarların görünürlüğü sistematik biçimde sınırlandırılacaktır”.

***
Yazar hakkında
Hüseyin Arslan, 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. 2019 yılında İstanbul Üniversitesi’nde “Milli Görüş Hareketi’nin Laiklik Anlayışı” başlıklı teziyle yüksek lisansını ve 2024 yılında “1908-1974 Yılları Arasında Türkiye’de Solun Dine Bakışı” başlıklı teziyle doktorasını başarılı bir şekilde savunmuştur. Arslan, Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Çalışma alanları: Türk Siyasi Tarihi, Milli Görüş Hareketi, İslamcılık, Laiklik, Sol, Siyasal Akımlar.
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.