enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
SON DAKİKA
00:58 Trump, Murdochlar ve teknoloji milyarderlerinin TikTok anlaşmasında yer alabileceğini açıkladı
00:42 “Türkiye Su Zengini Olmayan Fakat Öyleymiş Gibi Yapan Bir Ülke”
00:42 Binyamin Netanyahu’nun Kudüs’ün arkeolojik mirasını siyasi propaganda amacıyla kullanarak işgali meşrulaştırma çabası
00:39 Afganistan’da kız çocukları nasıl gizlice eğitim alıyor?
00:33 İletişim Başkanı Duran, “Cumhurbaşkanımız, Filistin davasını her platformda kararlılıkla savunmuştur”
00:20 Bakan Tunç duyurdu: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Netanyahu ile kıyaslanmasına soruşturma
00:19 Polonya ve Rusya: Doğu Avrupa’da yeni bir çatışma eşiği mi?
00:17 Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dünya devletlerine çağrımız nettir, ‘Filistin Devleti’ni tanıyın’
00:17 Babasından aldığı hukuk mirası ile Türkiye ve Hollanda’daki sorunları çözümlüyor…
00:16 TRT 1’in sevilen dizisi ‘Teşkilat’a, yeni sezonda kadroya birbirinden ünlü oyuncular katıldı
00:07 İstanbul Büyükçekmece Belediye Başkan Yardımcısının da aralarında bulunduğu 23 sanığın yargılandığı davada ara karar verildi…
00:05 ‘Uzayda Tarım’ programıyla Türkiye geleceğe hazırlanıyor
00:05 Afyonkarahisar valisi Doç. Dr. Yiğitbaşı: “Tarihle Mayalanan Şehir”
12:07 İngiltere, Avustralya ve Kanada’dan sonra Portekiz de Filistin’i devlet olarak tanıdı
11:36 Batı’nın Filistin devletini tanıması ne işe yarayacak?
11:13 Spor Yazarı Gazeteci Mustafa SALMAN’ın Fenerbahçe Kulübünde gerçekleştirilen olağanüstü seçimli genel kuruldan notları…
09:53 Batı’nın Filistin devletini tanıması ne işe yarayacak?
00:59 Gazeteci Veysel KAVRAYAN’ın Afyonkarahisar’da düzenlenen 7. Uluslararası GastroAfyon Festivali’nden izlenimleri…
00:51 Türkiye’de Tarım ve Teknoloji Teknofest’te Buluştu..
00:46 Hayatta İyilik Var: Gazzeli Ailelere Gıda Yardımı…Mısır’da 150 Gazzeli Aileye Gıda Yardımı Ulaştırıldı
TÜMÜNÜ GÖSTER →

Binyamin Netanyahu’nun Kudüs’ün arkeolojik mirasını siyasi propaganda amacıyla kullanarak işgali meşrulaştırma çabası

Binyamin Netanyahu’nun Kudüs’ün arkeolojik mirasını siyasi propaganda amacıyla kullanarak işgali meşrulaştırma çabası
23 Eylül 2025
6
A+
A-

* Dr. Selim Han Yeniacun, Binyamin Netanyahu’nun Kudüs’ün arkeolojik mirasını siyasi propaganda amacıyla kullanarak işgali meşrulaştırma çabasını Fokus+ için kaleme aldı.

* İşte detayı!…

UHA / İnternational News Agency

Dr. Öğr. Üyesi SELİM HAN YENİACUN | AVESİS

Dr. Öğr. Üyesi SELİM HAN YENİACUN

İSTANBUL, 23 EYLÜL 2025

Kudüs, binlerce yıllık tarihsel ve kültürel mirasıyla sürekli gündemde kalan ve pek çok yönden ehemmiyet barındıran bir şehir olma hüviyetine sahiptir. Yaklaşık 4000 yıllık arkeolojik geçmişe sahip bu kadim kent, üç semavi din için kutsal kabul edilirken, siyasi çekişmelerin de merkezinde yer almaktadır. Son dönemde özellikle İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Gazze’deki katliam, soykırım ve bölgesel gerilimler zemininde Kudüs’te yaptığı açıklamalar ise benzer açıklamalarından daha da fazla dikkat çekmektedir.

Netanyahu, İsrail Ordusunun Gazze’de yapmış olduğu soykırım devam ederken Doğu Kudüs’teki Silvan (Silwan) Mahallesi altındaki arkeolojik alanlarda sergilediği birkaç sembolik çıkışla, kadim tarihi kendi politik söylemine malzeme etmektedir. İlginç biçimde, bu durum ise akıllara 1909-11 yılları arasındaki Montagu Parker ve beraberindeki ekibin arkeolojik kazı seferini getirmektedir. Bir asırdan uzun süre önce yaşanan Parker Vakası da yine Kudüs’teki arkeolojik hazinelerin siyasi amaçlarla aranmasının ve yarattığı gerilimin simgesel örneklerinden de birini teşkil etmekteydi. Simgesel örneklerden esinlenerek Kudüs’ün işgalini meşrulaştırmaya çalışan Netanyahu’nun tavrının yüz sene önce yaşanmış bu vaka ile mekânsal benzerlikleri ise dikkate değer niteliktedir.

Netanyahu’nun Kudüs’teki son sembolik açıklamaları

Kasım 2023’te patlak veren Gazze Savaşı ve onu takip eden süreç, Netanyahu hükümeti üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Gazze Şeridi’nde yaşanan soykırım, yıkım ve sivil kayıplar uluslararası toplumda tepki toplarken, İsrail içinde de hükümete eleştiriler yükselmiştir. Bu atmosferde Netanyahu, tarihî ve dinî söylemleri ön plana çıkararak kendi tabanını kenetlemeye ve dış desteği korumaya çalışmaktadır. Özellikle Kudüs’te yaptığı bazı açıklamalar ve gösteriler, bu stratejinin de birer parçasıdır.

Örneğin 2025 Mayıs’ında, Gazze’de rehinelerin durumu hakkında mesaj vermek amacıyla Netanyahu, Kudüs’teki tartışmalı “Hac Yolu” tünelinde (Silvan Mahallesi altında, Eski Şehir surlarının yakınında kazılmış antik bir yol) bir video kaydı yayınlamıştır. Bu tünel, antik dönemde Yahudi hacıların Siloam Havuzu’ndan başlayarak Tapınak Tepesi’ne ulaştığı yolun kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılan bölümüdür. Netanyahu videoda, rehinelerin yakında serbest bırakılacağına dair “bugün ya da yarın güzel haber vereceğiz” ifadelerini kullanmış ancak bu açıklama hem yanıltıcı içeriği hem de çekildiği mekân nedeniyle tepki çekmiştir. İsrail basını, bahsedilen rehine sayısının gerçeği yansıtmadığını ortaya koyarken; videonun Mescid-i Aksa’ya birkaç yüz metre mesafedeki bir tünelde çekilmiş olması Filistinlileri ve uluslararası toplumdaki duyarlı kesimleri de haklı olarak öfkelendirmiştir. Birçok kişi, Netanyahu’nun savaşın ortasında arkeolojik bir mekânı arka plana alarak propaganda yapmasını, yangına körükle gitmek olarak nitelendirmiş hatta İsrail toplumu içinden dahi bazı yorumcular, bu hamleyi “gereksiz provokasyon” ve dikkat dağıtma çabası şeklinde eleştirmişlerdir. Netanyahu Mayıs 2025’teki bu açıklamalarından yeterli yanıltıcı ve popülist propagandayı elde edemeyince, bu sefer de benzer bir şekilde, 2025 Eylül’ünde Silvan’daki kazı alanlarında bir kez daha sahne almıştır. Bu kez yanına, yeni ABD yönetiminin Dışişleri Bakanı sıfatıyla Kudüs’e gelen Marco Rubio’yu da alarak, yıllardır devam eden “Hac Yolu” (Pilgrimage Road) projesinin açılışını gerçekleştirmiştir. Tören, Kudüs eski şehirinin surlarının güneyinde, Silvan mahallesinin kalbinde yer alan ve İsrailli yerleşimci vakfı Elad tarafından işletilen arkeolojik alanda yapılmıştır. Netanyahu burada yaptığı konuşmada, “Burası bizim şehrimiz” diyerek Kudüs’ün ebediyen bölünmez bir İsrail şehri olduğunu ilan ederek bu sözlerini sadece Filistinlilere değil, doğrudan Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben: “2000 yıl aradan sonra şehrimizi geri aldık, bağımsızlığımızı kazandık. Burası bizim şehrimiz Sayın Erdoğan, senin şehrin değil. Daima bizim olarak kalacak ve bir daha asla bölünmeyecek.”  şeklinde sarf etmiştir. Netanyahu’nun bu provakatif çıkışı, başta Türkiye Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın ve temsil ettiği dünya kamuoyunun Kudüs’ün statüsüne ilişkin eleştirilerine bir yanıt olarak değerlendirilse sadece iki ülke arasındaki diplomatik gerilimi iyice tırmandırmakla kalmayıp aynı zamanda İsrail’in uluslararası hukuku tanımayarak sürdürdüğü işgalin de sorumsuzca devam ettirileceğini göstermektedir.

Siloam Kitâbesi.

Netanyahu aynı konuşmada, Kudüs’teki Yahudi mirasının kanıtlarına atıf yaparak, yıllar önce Türkiye’den talep ettiği bir eserden de bahsetmiştir. Bu eser, Silvan Mahallesi’nde bulunup Osmanlı döneminde İstanbul’a götürülmüş olan Siloam Kitâbesi’ydi (Silvan Yazıtı olarak da bilinir). Netanyahu, 1998’deki Türkiye ziyareti sırasında dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’dan bu 2700 yıllık kitabeyi iade etmesini istediğini, ancak Yılmaz’ın “Türkiye’de yükselen İslami hassasiyet” nedeniyle bunu reddettiğini anlatmıştır. Yılmaz’ın kendisine, “İstanbul’un belediye başkanı olan malum kişinin başını çektiği bir kesim, Kudüs’ün 2700 yıl önce Yahudi kenti olduğunu gösteren bir tableti İsrail’e verirsek infial çıkarır” dediğini aktararak Kudüs’ün kadim Yahudi kimliğinin inkâr edilemez olduğunu ve Türkiye gibi ülkelerin bu gerçeği siyasi saiklerle görmezden geldiğini ima etmiştir. Ardından da, “2000 yıl sonra Kudüs’e yeniden sahip çıktık” sözleriyle, modern İsrail’in kurulmasını ve 1967’de Doğu Kudüs’ün uluslararası hukuka aykırı olarak işgal edilmesini tarihî bir intikam veya “vaat edilmiş zafer” olarak resmetmiştir.

Netanyahu’nun bu sembolik söylemleri, Gazze Savaşı’nın sarsıntıları, İran’la yeniden tırmanması gündemde olan çatışma riski ve ABD ile diplomatik temaslar üçgeninde okunmalıdır. Nitekim 2023 sonrasında bölgede yaşananlar, İsrail’i yalnızlaştıran bir noktaya doğru ilerlemiştir. Türkiye başta olmak üzere birçok ülke, Gazze’de yaşananları “soykırım” olarak nitelendirerek Tel Aviv yönetimine yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Aynı dönemde, Lübnan ve Suriye’deki İran destekli unsurlarla gerilim sıcak çatışmaya dönüşmüş hatta İsrail’in İran’ın nükleer tesislerini hedef alan gizli/açık operasyonlar yürüttüğü konuşulmuştur. 2025 ortalarında İsrail ordusu İran’a karşı geniş kapsamlı bir hava harekâtı başlattığında (Yükselen Arslan Operasyonu), Netanyahu bunu “İran’a karşı tarihî bir zafer kazandık” diye ilan etmiştir. Ayrıca yaptığı açıklamalarla İran’ın nükleer tesislerine darbe vurduklarını ve İran’ın balistik füze kapasitesini yok ettiklerini öne sürerek İsrail’e yönelen iki varoluşsal tehdidi bertaraf ettiklerini iddia etmiştir. Bu açıklamalar bariz bir şekilde içerideki güvenlik endişelerini yatıştırmak ve dışarıda ABD’nin desteğini arkasına almak amacını taşımaktadır. Gerçekten de Netanyahu, Kudüs’teki son törende ABD’nin desteğine de özellikle vurgu yapmış; ABD Başkanı Donald Trump’a büyükelçiliği Kudüs’e taşıdığı için teşekkür ederken, törende hazır bulunan ABD Dışişleri Bakanı Rubio da Amerikan yönetiminin Kudüs’ü “İsrail’in ebedî başkenti” olarak gördüğünü teyit eden mesajlar vermiştir. Vaşington ’un bu yaklaşımı, Birleşmiş Milletler kararlarına ters düşse de Netanyahu yönetimi için önemli bir koz teşkil etmektedir.

Özetle Netanyahu, son dönemde Kudüs’ün arkeolojik mirasını siyasi propagandaya dönüştürerek hem içeride hem dışarıda mesajlar vermektedir. Gazze’deki savaşın gölgesinde Silvan’daki kadim tünellerde verdiği görüntüler, tarih kartını oynayarak güncel çatışmalara meşruiyet arama çabasını gösterirken bu yönelim, yüz yıl önceki bir başka olayı akıllara getirmektedir: Kudüs’ün altındaki sırları arayan Parker Seferi…

Yüzyıllık talan serüvenin peşinde

20.yüzyılın başlarında, henüz Osmanlı hakimiyetindeki Kudüs, Batılı maceracıların ve misyoner arkeologların ilgisini çeken gizemlerle doluydu. 1909 yılında İngiliz aristokrat Montagu Brownlow Parker, fantastik sayılabilecek bir iddiayla ortaya çıktı: Eski Ahit’te bahsi geçen Ahit Sandığı ve Süleyman Mabedinin hazineleri, Kudüs’ün altında gizli bir geçitte saklı olabilirdi. Parker, Finlandiyalı amatör araştırmacı Valter Juvelius’un geliştirdiği bir şifre teorisine inanmaktaydı. İddiaya göre Juvelius, eski dini metinlerdeki kodları çözerek, Kudüs’teki Gihon Pınarı’ndan başlayan bir yeraltı tünelinin Tapınak Tepesi’ne (Haramü’ş-Şerif) uzandığını ve bu güzergahta paha biçilmez kutsal emanetlerin gömülü olduğunu “hesaplamıştı”. Bu cazip hikâye ise Parker’ı ve sponsorlarını harekete geçirmişti. Parker, dönemin moda “Indiana Jones” ruhunu yansıtan bir ekip kurmuş İngiliz ve Amerikalı zengin yatırımcılar bu kazı seferini finanse etmişti. Parker’ın Britanya Ordusundan emekli bazı subay arkadaşları da bu maceraya katıldı. Ne var ki ekipte tek bir profesyonel arkeolog bile yoktu. Bir kriket oyuncusu, bir medyum ve serüven peşindeki emekli askerler bu tuhaf heyetin parçalarıydı.

Mescid-i Aksa.

1909 Ağustos’unda Parker ve ekibi Kudüs’e gelerek Kudüs eski şehrinin surlarının hemen güneyinde, Silvan köyünün üst tarafında bir arazi satın aldı. Ekip, kazı hazırlıklarını gizlilik içinde yürütmek istedi. Silvan’daki Siloam (Silvan) Tüneli ve Warren Şaftı adı verilen antik su kanalları, onlar için Tapınak Tepesi’ne giden gizli bir yol olabilirdi. Parker’ın planı, Halka açık alanlar yerine zaten var olan yeraltı tünellerini kullanarak Mescid-i Aksa’nın altına ulaşmaktı. Böylece kutsal mekânda dikkat çekmeden kazı yapabileceklerini ummaktaydılar.

İki yıl süren hummalı uğraşa rağmen Parker ve ekibi aradıkları efsanevi hazinelere dair hiçbir iz bulamadı. 1911 Nisanı’na gelindiğinde, Parker son bir hamle yapmaya karar verdi. Gece karanlığında, gizlice Haramü’ş-Şerif’in içine sızmayı planladı. Parker’ın ekibi ellerinde fenerlerle Mescid-i Aksa’nın altında tünel kazmaya giriştiler. Fakat işler istedikleri gibi gitmedi. Planlarının dışında bir bekçi o gece mabede gelip yabancıları gördü. Her ne olduysa, yabancı definecilerin Mescid-i Aksa’nın altını eşelediği haberi şafak sökmeden Kudüs sokaklarına yayıldı.

Sabah olduğunda şehirde tam anlamıyla bir infial yaşanmaktaydı. Müslüman halk, kutsal mekânın kirletildiği söylentisiyle ayaklandı. Öfkeli kalabalıklar, Parker ve adamlarının kaldığı evi ve kazı alanını basmak üzere toplandı. Osmanlı askerleri ve zabitleri düzeni sağlamakta zorlandılar; yöneticiler halkı yatıştırmak için seferber olduysa da Parker ve ekibi canlarını zor kurtardı: Anlatılanlara göre Montagu Parker kadın kılığına girerek bir arabaya bindi ve apar topar Yafa limanına kaçtı. İngilizler, kazıda buldukları birkaç sıradan tarihi eser dışında elleri boş bir şekilde Filistin’i terk ettiler. Arkalarında ise derin bir güvensizlik ve söylentiler bıraktılar. Halk arasında “İngilizler Mukaddes Emanetleri çalmaya kalktı” hikâyeleri dolaşmaya başladı. Yerel makamlar ise büyük tepki gördü; Kudüs mutasarrıfı (valisi) istifa etmek zorunda kaldı. Bu skandal, Batılıların arkeoloji bahanesiyle İslam dünyasının kutsallarına saygısızlık ettiği inancını güçlendirdi ve ileriki yıllarda da hafızalardan hiç silinmedi. Parker Seferi, arkeoloji tarihine bir hüsran örneği olarak geçti. Bilimsel bir amaçtan çok hazine avı motivasyonuyla yapılan bu kazılar, beklenen sonucu vermemekle kalmadı, aynı zamanda sömürgeci bir girişim algısı yaratarak yerlilerin haklı tepkisini çekti. Parker ve destekçileri belki Kudüs’ün kadim Yahudi geçmişine dair kanıtlar veya efsanevi hazineler bulacaklarını ummuşlardı. Fakat elde ettikleri tek şey, altını kazılan bir şehrin üzerinde yaşayan insanların öfkesiydi. Bu öfke, Batılı emperyal güçlere yönelik güvensizliği artırdı ve ilerideki siyasi gelişmelerde (örneğin İngiliz Mandası döneminde) derin izler bıraktı.

Tarih tekerrürden ibarettir derler. Aradan geçen yüzyılda roller değişse de Kudüs’teki arkeoloji-siyaset sarmalı pek de değişmedi. 1911’de Parker’ın gizli kazıları neyse, bugün de Netanyahu yönetiminin Silvan’da yürüttüğü kazılar benzer bir tepkiyi tetiklemektedir. Parker’ın başarısız serüveni, Kudüs’ün bugünkü statüsü konusunda önemli dersler barındırıyor: Kutsal şehrin tarihini tek bir ulusun (üstelik de hukuksuz işgallerle yöneten) veya dönemin tekelinde görmek hem tarihsel gerçeklere hem de bölgede yaşayan diğer halkların haklarına aykırı sonuçlar doğurmaktadır. Netanyahu gibi popülist ve işgal destekçisi siyasetçilerin söylemlerinde Kudüs çoğu zaman “ebediyen Yahudilerin şehri” olarak tasvir edilse de, tarih bilimi bize çok daha karmaşık ve çoğulcu bir tablo sunmaktadır. Arkeolojik ve tarihsel bulgulara göre Kudüs, yaklaşık dört bin yıl boyunca farklı kavimlerin, imparatorlukların ve dinlerin hüküm sürdüğü bir şehir olmuştur. Bu uzun tarih içinde Yahudi hakimiyetindeki dönemler aslında çok sınırlı bir zaman dilimini oluşturmaktadır.

İbrani geleneğine göre Kudüs, Kral Davud tarafından fethedilerek İsrail Krallığı’nın başkenti yapılmıştır. Tevrat’ın aktardığına göre Davud, MÖ yaklaşık 1000 yılında Yebusilerin elindeki kaleyi (o zamanki adıyla “Yevus” şehri) kuşatıp alır ve burayı “Davut’un Şehri” ilan eder. Oğlu Kral Süleyman ise burada görkemli Birinci Tapınağı inşa ettirir. Tarihsel olarak baktığımızda, Davud-Süleyman dönemi ile ardıllarının hüküm sürdüğü Birleşik İsrail ve ardından Yehuda Krallığı dönemi, aşağı yukarı MÖ 10. yüzyıldan MÖ 6. yüzyıla dek sürer. Yani Kudüs’teki Yahudi hakimiyeti kabaca 400 yıl kadar devam edebilmiştir. MÖ 586’da Babil Kralı Nabukadnezar (Buhtunnasr) Kudüs’ü fethedip Süleyman’ın Tapınağını yıkar, Yahudi halkının önemli bir kısmını sürgüne gönderir. Bu olayla birlikte Kudüs’te kapsamlı Yahudi siyasi egemenliği ise sınırlı isyan dönemleri haricinde bitmiştir.

Bu tarihsel özet bize şunu göstermektedir: Kudüs’ün tarihindeki Yahudi yönetimi epizotları toplamda birkaç yüzyılı aşmazken, kent yaklaşık 2000 yıl boyunca aralıksız olarak Romalı, Sâsânî, Bizans, İslam devletleri (Emevî, Abbâsî, Fatımî, Eyyubî, Memlük, Osmanlı) ve kısa bir Haçlı idaresi altında kalmıştır. Dolayısıyla Kudüs’ü sanki “tarihin her döneminde Yahudilere aitmiş” gibi sunmak, tarihsel gerçeklerin çarpıtılması anlamına gelmektedir. Evet, Kudüs Yahudiler için kadim ve kutsal bir şehirdir; ilk tapınaklarının mekanıdır ve milli hafızalarında merkezi yer tutar. Ancak aynı şekilde, Hristiyanlık tarihinin de İslam’ın da kutsal şehirlerindendir. Tarih boyunca farklı dönemlerde farklı inançlar bu şehirde hüküm sürmüş, kendi izlerini bırakmıştır. Bu bağlamda, Netanyahu’nun “Kudüs 2700 yıl önce de Yahudi şehriydi, hep öyle kalacak” minvalindeki sözleri, tarihi yarım gerçeklere dayandırıp bugünün siyasi iddialarını sağlamlaştırma çabasından ibarettir. Evet, MÖ 7. yüzyıldan kalma Siloam Yazıtı gibi buluntular Yahudi krallıklarının Kudüs’teki varlığını göstermektedir. Ne var ki aynı arkeolojik katmanlar, Yahudi dönemlerinin öncesinde ve sonrasında burada başka kültürlerin de yaşadığını ortaya koymaktadır. Örneğin, Davut Şehri’ndeki kazılarda ortaya çıkan Kenan dönemi surlar, Roma devri sütunları, Bizans dönemi mozaikleri veya Abbasi seramikleri, Kudüs’ün çok katmanlı geçmişinin kanıtlarıdır. Bu nedenle, “Kudüs’ü biz sıfırdan inşa ettik” gibi bir iddianın tarihi temeli yoktur.

Uluslararası hukuku hiçe sayan nafile bir meşruiyet arayışı

1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail Doğu Kudüs’ü işgal etmiş ve hemen ardından bu bölgeyi tek taraflı olarak kendi topraklarına ilhak ettiğini duyurmuştur. İsrail hükümeti, Kudüs’ün “ebedi ve bölünmez başkenti” olduğunu ilan eden yasalar da çıkarmıştır (örneğin 1980 Temel Yasası).

Ne var ki uluslararası toplum İsrail’in Doğu Kudüs üzerindeki bu ilhakını hiçbir zaman tanımamış Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1967’deki 242 ve 338 sayılı kararları, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini tebliğ etmiştir (Kudüs dahil). Özellikle 1980’de BM Güvenlik Konseyi’nin 478 sayılı kararı, İsrail’in Kudüs’ü başkenti ilan eden kararını “yok hükmünde” sayarak bu adımı kınamıştır. Bu karar, üye ülkelere Kudüs’te diplomatik misyon bulundurmama çağrısı yapmıştır. BM Genel Kurulu da defalarca Doğu Kudüs’ün işgal altındaki Filistin toprağı olduğunu vurgulayan kararlar alınmıştır (örneğin 2017’deki ES-10/L.22 sayılı karar). Hâlihazırda dünyadaki hemen hemen tüm devletler, büyükelçiliklerini Tel Aviv’de tutarak Kudüs’ün nihai statüsünün İsrailliler ve Filistinliler arasında müzakereyle belirlenmesi gerektiği yönündeki politikalarını sürdürmektedirler.

Uluslararası hukuka göre, Doğu Kudüs işgal altındaki topraktır. İsrail’in buradaki egemenlik iddiası geçersiz ve yasa dışı kabul edilmektedir. Filistinliler Doğu Kudüs’ü kurulacak Filistin Devleti’nin başkenti olarak görmekte ve bu talepleri dünya çapında geniş destek bulmaktadır. Hatta son yıllarda birçok Avrupa devleti, Filistin’i devlet olarak tanırken Doğu Kudüs’ü de onun başkenti saydıklarını diplomatik ifadelerle belirtmişlerdir. Her ne kadar ABD’nin 2017’deki yönetimi bu konuda ters bir adım atıp Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdıysa da (büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak), bu adım uluslararası hukuk nezdinde durumu değiştirmemektedir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı’nın 2004’te Filistin Topraklarındaki Duvar hakkında verdiği danışma görüşünde de, Doğu Kudüs’ün işgal altındaki bölge olduğu ve İsrail’in tek taraflı fiillerinin hukuksuzluğu vurgulanmıştır.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu.

Bu hukukî gerçekler ışığında, Netanyahu’nun “Kudüs bölünmeyecek, sonsuza dek İsrail’indir” şeklindeki söylemleri dünya genelinde karşılık bulmuyor. Doğu Kudüs’teki İsrail varlığı, ilhak girişimi olarak telakki ediliyor. Dolayısıyla Silvan gibi Doğu Kudüs’te yer alan mahallelerde İsrail hükümetinin yürüttüğü faaliyetler (ister yerleşim inşası olsun, ister arkeolojik park kurma adı altında kamulaştırmalar olsun) hukuken yasa dışıdır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve UNESCO gibi platformlarda, Kudüs’ün demografik yapısını ve kültürel kimliğini değiştirmeye yönelik İsrail adımları defalarca kınanmıştır.

Sonuç

Kudüs, belki de dünyanın en çok siyasallaştırılmış şehirlerinden biri. Her taşı, her kalıntısı bir hikâye anlatıyor; ama bu hikâyeler hukuksuz siyasi projelere ve işgallere malzeme yapıldığında tehlikeli bir hal alıyor. Binyamin Netanyahu’nun Silvan’daki arkeolojik alanlarda verdiği mesajlar ile 1911’de Parker’ın kutsal emanet avı, bir asır arayla farklı aktörler üzerinden sahnelenen benzer bir dramı gözler önüne seriyor. Birinde güç sahibi Batılı maceraperestler, diğerinde modern(!) bir devletin(!) başbakanı… Ama ikisi de Kudüs’ün yeraltı dehlizlerinde geçmişin izini ararken aslında bugünün siyasetini güdüyorlar.

Parker’ın macerası, dönemin emperyalist bakışını temsil ediyordu: Kudüs’ün gerçek değeri, yer üstündeki yaşayan insanlarında değil, yer altındaki “hazinelerindeydi” onlara göre. Bu tavır, Osmanlı yönetimini hiçe saydı, bölge halkının inancını incitti ve sonunda şiddetle karşılık buldu. Parker Vakası, arkeolojinin emperyal emeller uğruna suistimal edilmesinin ders kitabı örneği olarak anılır. Aynı şekilde bugün de Kudüs’teki kazılar ve tarih vurgusu, eğer tüm sakinlerin haklarına saygı duymadan tek bir tarafın üstelikte hukuksuz siyasi ajandasına hizmet edecek şekilde yürütülürse, benzer bir öfkeyi ve çatışmayı körüklüyor.

Netanyahu’nun yaptığı, güncel bir ihtilafı tarihsel bir dava gibi sunmak. Bu söylem, kendi tarafının motivasyonunu yükseltse de çözüm zemininin altını oyuyor. Çünkü tarih, taraflardan birine mutlak haklılık payesi vermez; hele Kudüs gibi paylaşılagelmiş bir şehirde herkesin tarihsel bağı vardır. Netanyahu ise sadece kısıtlı bir Yahudi krallar dönemini yüceltiyor, aradaki 3200 yılı silikleştiriyor, güncel uluslararası hukuku görmezden geliyor. Böylece kendi halkına “haklıyız” mesajı verirken uluslararası hukuku ve Kudüs’ün kimliğini yok sayıyor. Bu kısır döngü, ne yazık ki işgal destekçisi İsrail hükümetinin körüklediği çatışmadan besleniyor.

***

Yazar hakkında

Selim Han Yeniacun, lisans derecesini Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler (İngilizce), yüksek lisans eğitimini ise yine Marmara Üniversitesinin Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri Ana Bilim Dalında tamamlamıştır. İkinci yüksek lisansını ise 1416 Saylı Kanun kapsamında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Bursu ile Kudüs İbrani Üniversitesinde, İsrail Çalışmaları üzerine yapmıştır. Doktorasını ise aynı burs ile Şanghay Üniversitesi Küresel Çalışmalar Bölümünde tamamlayan Selim Han Yeniacun, aynı üniversitenin Küresel Yönetişim Araştırmaları Merkezinde de araştırma görevlisi olarak akademik çalışmalarını yürütmüştür. Şu anda Marmara Üniversitesinde Dr. Öğretim Üyesi olarak görev yapan Yeniacun, ulusal ve uluslararası ölçekli çeşitli STK’larda kurucu başkanlık ve yönetim kurulu üyeliği yapmıştır. Yeniacun’un İsrail siyaseti, Ortadoğu siyasi tarihi, Çin-Ortadoğu ilişkileri, misyonerlik çalışmaları ve Türk Dış Politikası hakkında pek çok analiz, makale, kitap ve kitap bölümü bulunmaktadır.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.